Yine Cennet’in o merak edilen güzellikleri içinde serpe serile öksüz bir
gün daha geçiyor gibi düşündüm… Ve hüzünlenmek için güzel bir zaman umudu ile duygumu en sevdiğim yerde geçirmek için
yürümeye başladım. Bir süre sonra alabildiğine ihtişamlı cafcaf sayılmasada al
benili, senili ve onulu duruyordu en sevdiğim ‘Sıfır’ yazılı
bank karşımda. Adımlarım istemsiz bir coşkuyla beni ona doğru getirirken, bir
Cuma günü yine o karanlık sureti sezdim birden. Ben daha kim
olabilirlerde mahvoluyorken, bir hayatın kıyılarına vuran deniz dalgası gibi
kendimi çoktan o güzel insanın hüznüne yanaşmış buldum. Bankı hissen çevirdiği
küçük bir meyhane atmosferinde, yine mekan ile doğru orantılı küçük bir masada
oturmuş, az sonra geçecek hikayeden habersiz yaşam belirtilerinde bunuyordu.
Ona baktığımda; önce dalgalı yana yatırdığı saçları ve simsiyah gözleri
vuruyordu beynime. Aslında daha başından tanımıştım kim olduğunu ama bıraktım
ki öncehikayesi bize tanıtsın kendini.
- -(Başını, maçı
kaybetmiş bir boksörün nakavt yedikten sonra pişmanlıkla baktığı gibi hayata
uzanan boşluk içinde bana çevirdi.) Oturmaz mısın?
- -(Aslında otururdum da,
oturmaya bilirdim de. Bilmiyordum. Yüzündeki acı ile sade mutluluk beni
nedensiz bir kuşkuya sokmuştu. Ses tonunda ki yara izleri bile görülebiliyordu
sonuçta. Ama isteksiz de olsam oturacaktım.) Tabii ki. (Bankın
ucuna doğru iliştim. İliştim diyorum ancak bu kelime çünkü doğru ifade ederdi
sessizliğimin karşılığını.)
- -(Yanında olduğumu
görünce yüzünde ki acı birden dostane bir gülümsemeyle değiş tokuş yaptı.) Aslında
kalkıyordum bende. (Önündeki ikinci sınıf kuşe kağıda basılmış edasıyla
duran saman kağıdını gösterip adisyonu gösterip.) Bak hesabı
bile istedim. (İyide bu tarafta karşılık ödeyeceğin hiçbir şey olamazdı
ki diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi… Ki zaten hemen düşüncelerimi
hissetmiş olacak,bertaraf etti ani çıkışıyla.) Hesap geldi gelmesine
ama onca kedere hüzüne rağmen bir fiyat biçilmemiş, boş. Üstünde Cennet yazıyor
sadece.
- -Ne güzel işte (Diye
acısını tamamen yok etmek adına bir parmak bal olmasa da tatlı söz çalmaya
çalıştım gönlüne.)
- -Öyle değil işte… (Dedi
ama cümlenin sonunu asla getirmeyeceği bir hale büründü… Sessizlik içerde
bildiğin volta atıyordu.Eski bir onurlu ulu ağaçtan yapılmış masanın üstünde ki
tabaklarda güzel mezeler ellenmemiş olması dikkatimi çekti. Acaba dokunulmamış
olması kimin ayıbıydı? Üstelik hesapta istenmiş, bir gitme eylemi içinde olan,
az sonra yapa yalnız kalacak bir masa idi söz konusu olan. Ben bunları
düşünürken o çoktan yalnızlığa arkadaş olmuş ayaklanmıştı bile. Gıcırdayan
ahşaptan zemin, aslında yürüyen adamın iç acılarının toplamıyla ortaya çıkan
bir senfoni edasıyla kulaklarımdan gönlüme işliyordu. Durdu sol elini,ucuz bir
mimarın gösterge olarak koyduğu aslında bir işlevi olmayan kolona
dayadı.Tırnaklarını kolonun bir bölmesinde gezdiriyor kıymıkların batışından
zevk alıyordu.)
- -(Daha fazla
dayanamayıp onu kırmadan.) Gitmeden anlatsaydın keşke.
- -(Olduğu yerden yüzüme
bile bakmadan.) Belki başka sefere, ama bu sefer çok acımıyor içim. Tek bildiğim her
şeyin ilk heyecanı en güzel.
- -(Bu sefer değil
demişti ama kendinden girmişti hikayeye bekledim suskunluğum onu daha mı çok
anlatmaya itiyordu bilmiyorum devam etti.)
- -Her şey gibi aşkta
başlamadan güzel. ‘’Ya başlarsa aşk yada başlamadan biterse!’’ Telaşı gibisi
var mıdır hayatta?
- -(İstemsiz birden
içinde buldum kendimi olayın çünkü iç sesim dışa çoktan sövercesine
seslenmişti.) Ya ölürsem telaşı?
- -(Birden kolon ile
vedalaşıp bana döndü tahta kurtlarının zamanında ziyafet düzenlediği aşikar
olan ahşap masaya yanaştı. İşaret parmağını kendini yormadan sıkıp masaya iki
defa tıklattı.) ‘tııktıık’ (Ve aynı muziplikle ellerini göğe açtı ve söylendi
sanki ben yokmuşumcasına…) Ölüm telaşı. İşte buradayım. (Kendiyle
mi yoksa benle mi dalga geçiyordu anlamadım.) Zaten ikisi de aynı
değil mi? Ölecek gibi olmaz mısın? (Bir es verdi anlamamı beklercesine ama
düşündüğümü görünce devam etti.) Kalbinde ki heyecan göz göze gelince
sanki peşin fiyatına on iki taksitle ucuz bir tatile çıkmışsın gibi götürüp
getirmez mi seni bu taraflara. (Gözlerini yumdu ve aradan süre
geçmesine izin vermeden heyecanla derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında
içine çektiği hava sanki göz bebeklerinde dolanmasından kaynaklı, cam gibi bir
bakış attı.) Bu kalp atışların, kalp atışların. Ağzınla bir olup sana
anlatmaya çalışmaz mı‘dur öleceksin be adam ya hayır derse’ kuşkusunu…
- -(Şimdi yavaş yavaş ne
demek istediğini anlıyordum galiba. Ama inat etmiştim susuyordum çünkü
sessizliğim onu bir çare daha güzelliklere sürüklüyordu.)
- -(Bu sırada o ise ağır
ağır sanki gölgesine şaka yapacakmış gibi duvara yanaştı. Sırtını en iyi
dostuna emanet eder gibi duvara verdi. Ne yapacağını amaçsızca izleyen ben,
kendimi az sonra ağzı açık hayatında ilk defa tiyatroya getirilmiş ilk okul
çocuğu gibi bulacaktım. Birden dizlerini kırdı ve sırtındaki duvardan güç
alırcasına çömeldi.) İşte böyle sessiz sessiz yaşarsın yanında. Bir kafesin
içinde yaşamaya muhtaç bırakılmış serçe gibi yüreği elinde ötmekten aciz durup
beklersin. Yeter ki o anlamasın istersin, (Bir deli hastası gibi ani
hareketlerle sağına soluna baktı.) kimse görmesin istersin. Aslında
cevabı ‘Evet’ ise anında duyulsun yayılsın ama ‘Hayır’çıkacaksa
dudaklardan unutulsun istersin. (Olduğu yerden dev edasıyla doğruldu ve
yanıma geldi.) Kısacası göz göze geldiği zaman ölmüş gibi hissedersin.
- -(O ana kadar
susmuşluğumun bana verdiği yetkiyle gözlerime bakarken bende tamamladım.) Yani başlamasın
istersin…
- -(‘O kadar
anlattığımdan bunu mu anladın’ dercesine kızmış olacak ki , ceketini bir kerede
sırtına atıp, hesap fişini bir bardak altına iliştirip önüme itti.) Aşk başlamadan
güzel, ya başlarsa telaşı olmadı mı neye yarar ölmek? Hesap sana kaldı ödemeden
çıkma…(İşte bu son sözleriydi bu seferlik . Lafı tokat atarcasına yüreğime
bırakıp, olmayan kapıya doğru sessiz adımlarla yönelmişti çünkü. Arkasına
bakmadan ama arkamda da gözlerim var şüphesi uyandırışı da cabasıydı gidişinin.
Bir süre uzun uzun yürüdü aynı diğerlerinde olduğu gibi benim için batmayacak
onun içince bir daha kolay kolay doğmayacak güneşe doğru.Ve yavaşça kayboldu.)
İçim sıkılmıştı birde yarım yamalak kalmıştı hikaye. Yavaşça dizlerimde ki
kara sular inmiş diz bağlarıma da vurmuştu.
Bende olan dem ve kederi ikna edip doğruldum banktan. Tam çıkmaya
hazırlanıyordum ki ‘Çıkarken öde’ sesi kulaklarımda bir kez daha yankı
eyledi.Başımı masaya çevirdim elim bir rüzgar esintisi hızında ince belli
bardağın altından, tereyağından kıl çekercesine hassas bir dokunuşla kavramıştı
adisyonu. Biliyordum Cennette bir ödeme olamazdı yinede adisyonu gözüm ile
görmeliymişim hissi içimde kuşkulardan bir köprü yaratmıştı. Hemen göz
gezdirdim. İlk baktığım tarafta ancak Cennet yazmanın bu kadar güzel olacağı
bir font ile yazıyordu bulunduğumuz yaşam|ölüm alanı. Diğer kısmını
çevirdiğimde ise karşıma inanmayacağım bir borç çıkmıştı.
Aşk başlamadan güzel,
Kalplerde heyecan
Bakışlarda korku olduğu zaman güzel...
Birbirimize sezdirmemek için çırpınış,
Başkaları görmesin diye çabalayış,
Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman...
Aşk başlamadan güzel....
O an anlamıştım başlaması da güzel ama başlamadan ki heyecanı hayatımızın
hiçbir anında yaşayamayacağımızı. Şiiri okurken masadan bir iki adım uzaklaşmış
buldum kendimi kafamı doğrulttuğumda ise karşımda ki ahşap kolonda da kocaman
çizgilerle (ki bunlar acının tırnak izleri olsa gerek ) kazınmış üç harf
gördüm.
Ü.Y.O
Sahi söylemedim değil mi en başında…
Kendisi Ümit Yaşar Oğuzcan.


