9 Aralık 2015 Çarşamba

Başlamadan Güzel / Halil Artur

Yine Cennet’in o merak edilen güzellikleri içinde serpe serile öksüz bir gün daha geçiyor gibi düşündüm… Ve hüzünlenmek için güzel bir zaman umudu ile  duygumu en sevdiğim yerde geçirmek için yürümeye başladım. Bir süre sonra alabildiğine ihtişamlı cafcaf sayılmasada al benili, senili ve onulu duruyordu en sevdiğim ‘Sıfır’ yazılı bank karşımda. Adımlarım istemsiz bir coşkuyla beni ona doğru getirirken, bir Cuma günü yine o karanlık  sureti sezdim birden. Ben daha kim olabilirlerde mahvoluyorken, bir hayatın kıyılarına vuran deniz dalgası gibi kendimi çoktan o güzel insanın hüznüne yanaşmış buldum. Bankı hissen çevirdiği küçük bir meyhane atmosferinde, yine mekan ile doğru orantılı küçük bir masada oturmuş, az sonra geçecek hikayeden habersiz yaşam belirtilerinde bunuyordu. Ona baktığımda; önce dalgalı yana yatırdığı saçları ve simsiyah gözleri vuruyordu beynime. Aslında daha başından tanımıştım kim olduğunu ama bıraktım ki öncehikayesi bize tanıtsın kendini.

-          -(Başını, maçı kaybetmiş bir boksörün nakavt yedikten sonra pişmanlıkla baktığı gibi hayata uzanan boşluk içinde bana çevirdi.) Oturmaz mısın?

-          -(Aslında otururdum da, oturmaya bilirdim de. Bilmiyordum. Yüzündeki acı ile sade mutluluk beni nedensiz bir kuşkuya sokmuştu. Ses tonunda ki yara izleri bile görülebiliyordu sonuçta.  Ama isteksiz de olsam oturacaktım.) Tabii ki. (Bankın ucuna doğru iliştim. İliştim diyorum ancak bu kelime çünkü doğru ifade ederdi sessizliğimin karşılığını.)

-          -(Yanında olduğumu görünce yüzünde ki acı birden dostane bir gülümsemeyle değiş tokuş yaptı.) Aslında kalkıyordum bende. (Önündeki ikinci sınıf kuşe kağıda basılmış edasıyla duran saman kağıdını gösterip  adisyonu gösterip.) Bak hesabı bile istedim. (İyide bu tarafta karşılık ödeyeceğin hiçbir şey olamazdı ki diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi… Ki zaten hemen düşüncelerimi hissetmiş olacak,bertaraf etti ani çıkışıyla.) Hesap geldi gelmesine ama onca kedere hüzüne rağmen bir fiyat biçilmemiş, boş. Üstünde Cennet yazıyor sadece. 

-          -Ne güzel işte (Diye acısını tamamen yok etmek adına bir parmak bal olmasa da tatlı söz çalmaya çalıştım gönlüne.)  

-          -Öyle değil işte… (Dedi ama cümlenin sonunu asla getirmeyeceği bir hale büründü… Sessizlik içerde bildiğin volta atıyordu.Eski bir onurlu ulu ağaçtan yapılmış masanın üstünde ki tabaklarda güzel mezeler ellenmemiş olması dikkatimi çekti. Acaba dokunulmamış olması kimin ayıbıydı? Üstelik hesapta istenmiş, bir gitme eylemi içinde olan, az sonra yapa yalnız kalacak bir masa idi söz konusu olan. Ben bunları düşünürken o çoktan yalnızlığa arkadaş olmuş ayaklanmıştı bile. Gıcırdayan ahşaptan zemin, aslında yürüyen adamın iç acılarının toplamıyla ortaya çıkan bir senfoni edasıyla kulaklarımdan gönlüme işliyordu. Durdu sol elini,ucuz bir mimarın gösterge olarak koyduğu aslında bir işlevi olmayan kolona dayadı.Tırnaklarını kolonun bir bölmesinde gezdiriyor kıymıkların batışından zevk alıyordu.)

-          -(Daha fazla dayanamayıp onu kırmadan.) Gitmeden anlatsaydın keşke.

-          -(Olduğu yerden yüzüme bile bakmadan.) Belki başka sefere, ama bu sefer çok acımıyor içim. Tek bildiğim her şeyin ilk heyecanı en güzel.

-          -(Bu sefer değil demişti ama kendinden girmişti hikayeye bekledim suskunluğum onu daha mı çok anlatmaya itiyordu bilmiyorum devam etti.)

-          -Her şey gibi aşkta başlamadan güzel. ‘’Ya başlarsa aşk yada başlamadan biterse!’’ Telaşı gibisi var mıdır hayatta?

-          -(İstemsiz birden içinde buldum kendimi olayın çünkü iç sesim dışa çoktan sövercesine seslenmişti.) Ya ölürsem telaşı?

-           -(Birden kolon ile vedalaşıp bana döndü tahta kurtlarının zamanında ziyafet düzenlediği aşikar olan ahşap masaya yanaştı. İşaret parmağını kendini yormadan sıkıp masaya iki defa tıklattı.) ‘tııktıık’ (Ve aynı muziplikle ellerini göğe açtı ve söylendi sanki ben yokmuşumcasına…) Ölüm telaşı. İşte buradayım. (Kendiyle mi yoksa benle mi dalga geçiyordu anlamadım.) Zaten ikisi de aynı değil mi? Ölecek gibi olmaz mısın? (Bir es verdi anlamamı beklercesine ama düşündüğümü görünce devam etti.) Kalbinde ki heyecan göz göze gelince sanki peşin fiyatına on iki taksitle ucuz bir tatile çıkmışsın gibi götürüp getirmez mi seni bu taraflara. (Gözlerini yumdu ve aradan süre geçmesine izin vermeden heyecanla derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında içine çektiği hava sanki göz bebeklerinde dolanmasından kaynaklı, cam gibi bir bakış attı.) Bu kalp atışların, kalp atışların. Ağzınla bir olup sana anlatmaya çalışmaz mı‘dur öleceksin be adam ya hayır derse’ kuşkusunu…

-           -(Şimdi yavaş yavaş ne demek istediğini anlıyordum galiba. Ama inat etmiştim susuyordum çünkü sessizliğim onu bir çare daha güzelliklere sürüklüyordu.)

-           -(Bu sırada o ise ağır ağır sanki gölgesine şaka yapacakmış gibi duvara yanaştı. Sırtını en iyi dostuna emanet eder gibi duvara verdi. Ne yapacağını amaçsızca izleyen ben, kendimi az sonra ağzı açık hayatında ilk defa tiyatroya getirilmiş ilk okul çocuğu gibi bulacaktım. Birden dizlerini kırdı ve sırtındaki duvardan güç alırcasına çömeldi.) İşte böyle sessiz sessiz yaşarsın yanında. Bir kafesin içinde yaşamaya muhtaç bırakılmış serçe gibi yüreği elinde ötmekten aciz durup beklersin. Yeter ki o anlamasın istersin, (Bir deli hastası gibi ani hareketlerle sağına soluna baktı.) kimse görmesin istersin. Aslında cevabı ‘Evet’ ise anında duyulsun yayılsın ama ‘Hayır’çıkacaksa dudaklardan unutulsun istersin. (Olduğu yerden dev edasıyla doğruldu ve yanıma geldi.) Kısacası göz göze geldiği zaman ölmüş gibi hissedersin.

-           -(O ana kadar susmuşluğumun bana verdiği yetkiyle gözlerime bakarken bende tamamladım.) Yani başlamasın istersin…

-           -(‘O kadar anlattığımdan bunu mu anladın’ dercesine kızmış olacak ki , ceketini bir kerede sırtına atıp, hesap fişini  bir bardak altına iliştirip önüme itti.) Aşk başlamadan güzel, ya başlarsa telaşı olmadı mı neye yarar ölmek? Hesap sana kaldı ödemeden çıkma…(İşte bu son sözleriydi bu seferlik . Lafı tokat atarcasına yüreğime bırakıp, olmayan kapıya doğru sessiz adımlarla yönelmişti çünkü. Arkasına bakmadan ama arkamda da gözlerim var şüphesi uyandırışı da cabasıydı gidişinin. Bir süre uzun uzun yürüdü aynı diğerlerinde olduğu gibi benim için batmayacak onun içince bir daha kolay kolay doğmayacak güneşe doğru.Ve yavaşça kayboldu.)

 

İçim sıkılmıştı birde yarım yamalak kalmıştı hikaye. Yavaşça dizlerimde ki kara sular inmiş  diz bağlarıma da vurmuştu. Bende olan dem ve kederi ikna edip doğruldum banktan. Tam çıkmaya hazırlanıyordum ki ‘Çıkarken öde’ sesi kulaklarımda bir kez daha yankı eyledi.Başımı masaya çevirdim elim bir rüzgar esintisi hızında ince belli bardağın altından, tereyağından kıl çekercesine hassas bir dokunuşla kavramıştı adisyonu. Biliyordum Cennette bir ödeme olamazdı yinede adisyonu gözüm ile görmeliymişim hissi içimde kuşkulardan bir köprü yaratmıştı. Hemen göz gezdirdim. İlk baktığım tarafta ancak Cennet yazmanın bu kadar güzel olacağı bir font ile yazıyordu bulunduğumuz yaşam|ölüm alanı. Diğer kısmını çevirdiğimde ise karşıma inanmayacağım bir borç çıkmıştı.

 

Aşk başlamadan güzel,
Kalplerde heyecan
Bakışlarda korku olduğu zaman güzel...
Birbirimize sezdirmemek için çırpınış,
Başkaları görmesin diye çabalayış,
Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman...
Aşk başlamadan güzel....

 

O an anlamıştım başlaması da güzel ama başlamadan ki heyecanı hayatımızın hiçbir anında yaşayamayacağımızı. Şiiri okurken masadan bir iki adım uzaklaşmış buldum kendimi kafamı doğrulttuğumda ise karşımda ki ahşap kolonda da kocaman çizgilerle (ki bunlar acının tırnak izleri olsa gerek ) kazınmış üç harf gördüm.

 

Ü.Y.O

 

Sahi söylemedim değil mi en başında…

Kendisi Ümit Yaşar Oğuzcan.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder