9 Aralık 2015 Çarşamba

Başlamadan Güzel / Halil Artur

Yine Cennet’in o merak edilen güzellikleri içinde serpe serile öksüz bir gün daha geçiyor gibi düşündüm… Ve hüzünlenmek için güzel bir zaman umudu ile  duygumu en sevdiğim yerde geçirmek için yürümeye başladım. Bir süre sonra alabildiğine ihtişamlı cafcaf sayılmasada al benili, senili ve onulu duruyordu en sevdiğim ‘Sıfır’ yazılı bank karşımda. Adımlarım istemsiz bir coşkuyla beni ona doğru getirirken, bir Cuma günü yine o karanlık  sureti sezdim birden. Ben daha kim olabilirlerde mahvoluyorken, bir hayatın kıyılarına vuran deniz dalgası gibi kendimi çoktan o güzel insanın hüznüne yanaşmış buldum. Bankı hissen çevirdiği küçük bir meyhane atmosferinde, yine mekan ile doğru orantılı küçük bir masada oturmuş, az sonra geçecek hikayeden habersiz yaşam belirtilerinde bunuyordu. Ona baktığımda; önce dalgalı yana yatırdığı saçları ve simsiyah gözleri vuruyordu beynime. Aslında daha başından tanımıştım kim olduğunu ama bıraktım ki öncehikayesi bize tanıtsın kendini.

-          -(Başını, maçı kaybetmiş bir boksörün nakavt yedikten sonra pişmanlıkla baktığı gibi hayata uzanan boşluk içinde bana çevirdi.) Oturmaz mısın?

-          -(Aslında otururdum da, oturmaya bilirdim de. Bilmiyordum. Yüzündeki acı ile sade mutluluk beni nedensiz bir kuşkuya sokmuştu. Ses tonunda ki yara izleri bile görülebiliyordu sonuçta.  Ama isteksiz de olsam oturacaktım.) Tabii ki. (Bankın ucuna doğru iliştim. İliştim diyorum ancak bu kelime çünkü doğru ifade ederdi sessizliğimin karşılığını.)

-          -(Yanında olduğumu görünce yüzünde ki acı birden dostane bir gülümsemeyle değiş tokuş yaptı.) Aslında kalkıyordum bende. (Önündeki ikinci sınıf kuşe kağıda basılmış edasıyla duran saman kağıdını gösterip  adisyonu gösterip.) Bak hesabı bile istedim. (İyide bu tarafta karşılık ödeyeceğin hiçbir şey olamazdı ki diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi… Ki zaten hemen düşüncelerimi hissetmiş olacak,bertaraf etti ani çıkışıyla.) Hesap geldi gelmesine ama onca kedere hüzüne rağmen bir fiyat biçilmemiş, boş. Üstünde Cennet yazıyor sadece. 

-          -Ne güzel işte (Diye acısını tamamen yok etmek adına bir parmak bal olmasa da tatlı söz çalmaya çalıştım gönlüne.)  

-          -Öyle değil işte… (Dedi ama cümlenin sonunu asla getirmeyeceği bir hale büründü… Sessizlik içerde bildiğin volta atıyordu.Eski bir onurlu ulu ağaçtan yapılmış masanın üstünde ki tabaklarda güzel mezeler ellenmemiş olması dikkatimi çekti. Acaba dokunulmamış olması kimin ayıbıydı? Üstelik hesapta istenmiş, bir gitme eylemi içinde olan, az sonra yapa yalnız kalacak bir masa idi söz konusu olan. Ben bunları düşünürken o çoktan yalnızlığa arkadaş olmuş ayaklanmıştı bile. Gıcırdayan ahşaptan zemin, aslında yürüyen adamın iç acılarının toplamıyla ortaya çıkan bir senfoni edasıyla kulaklarımdan gönlüme işliyordu. Durdu sol elini,ucuz bir mimarın gösterge olarak koyduğu aslında bir işlevi olmayan kolona dayadı.Tırnaklarını kolonun bir bölmesinde gezdiriyor kıymıkların batışından zevk alıyordu.)

-          -(Daha fazla dayanamayıp onu kırmadan.) Gitmeden anlatsaydın keşke.

-          -(Olduğu yerden yüzüme bile bakmadan.) Belki başka sefere, ama bu sefer çok acımıyor içim. Tek bildiğim her şeyin ilk heyecanı en güzel.

-          -(Bu sefer değil demişti ama kendinden girmişti hikayeye bekledim suskunluğum onu daha mı çok anlatmaya itiyordu bilmiyorum devam etti.)

-          -Her şey gibi aşkta başlamadan güzel. ‘’Ya başlarsa aşk yada başlamadan biterse!’’ Telaşı gibisi var mıdır hayatta?

-          -(İstemsiz birden içinde buldum kendimi olayın çünkü iç sesim dışa çoktan sövercesine seslenmişti.) Ya ölürsem telaşı?

-           -(Birden kolon ile vedalaşıp bana döndü tahta kurtlarının zamanında ziyafet düzenlediği aşikar olan ahşap masaya yanaştı. İşaret parmağını kendini yormadan sıkıp masaya iki defa tıklattı.) ‘tııktıık’ (Ve aynı muziplikle ellerini göğe açtı ve söylendi sanki ben yokmuşumcasına…) Ölüm telaşı. İşte buradayım. (Kendiyle mi yoksa benle mi dalga geçiyordu anlamadım.) Zaten ikisi de aynı değil mi? Ölecek gibi olmaz mısın? (Bir es verdi anlamamı beklercesine ama düşündüğümü görünce devam etti.) Kalbinde ki heyecan göz göze gelince sanki peşin fiyatına on iki taksitle ucuz bir tatile çıkmışsın gibi götürüp getirmez mi seni bu taraflara. (Gözlerini yumdu ve aradan süre geçmesine izin vermeden heyecanla derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında içine çektiği hava sanki göz bebeklerinde dolanmasından kaynaklı, cam gibi bir bakış attı.) Bu kalp atışların, kalp atışların. Ağzınla bir olup sana anlatmaya çalışmaz mı‘dur öleceksin be adam ya hayır derse’ kuşkusunu…

-           -(Şimdi yavaş yavaş ne demek istediğini anlıyordum galiba. Ama inat etmiştim susuyordum çünkü sessizliğim onu bir çare daha güzelliklere sürüklüyordu.)

-           -(Bu sırada o ise ağır ağır sanki gölgesine şaka yapacakmış gibi duvara yanaştı. Sırtını en iyi dostuna emanet eder gibi duvara verdi. Ne yapacağını amaçsızca izleyen ben, kendimi az sonra ağzı açık hayatında ilk defa tiyatroya getirilmiş ilk okul çocuğu gibi bulacaktım. Birden dizlerini kırdı ve sırtındaki duvardan güç alırcasına çömeldi.) İşte böyle sessiz sessiz yaşarsın yanında. Bir kafesin içinde yaşamaya muhtaç bırakılmış serçe gibi yüreği elinde ötmekten aciz durup beklersin. Yeter ki o anlamasın istersin, (Bir deli hastası gibi ani hareketlerle sağına soluna baktı.) kimse görmesin istersin. Aslında cevabı ‘Evet’ ise anında duyulsun yayılsın ama ‘Hayır’çıkacaksa dudaklardan unutulsun istersin. (Olduğu yerden dev edasıyla doğruldu ve yanıma geldi.) Kısacası göz göze geldiği zaman ölmüş gibi hissedersin.

-           -(O ana kadar susmuşluğumun bana verdiği yetkiyle gözlerime bakarken bende tamamladım.) Yani başlamasın istersin…

-           -(‘O kadar anlattığımdan bunu mu anladın’ dercesine kızmış olacak ki , ceketini bir kerede sırtına atıp, hesap fişini  bir bardak altına iliştirip önüme itti.) Aşk başlamadan güzel, ya başlarsa telaşı olmadı mı neye yarar ölmek? Hesap sana kaldı ödemeden çıkma…(İşte bu son sözleriydi bu seferlik . Lafı tokat atarcasına yüreğime bırakıp, olmayan kapıya doğru sessiz adımlarla yönelmişti çünkü. Arkasına bakmadan ama arkamda da gözlerim var şüphesi uyandırışı da cabasıydı gidişinin. Bir süre uzun uzun yürüdü aynı diğerlerinde olduğu gibi benim için batmayacak onun içince bir daha kolay kolay doğmayacak güneşe doğru.Ve yavaşça kayboldu.)

 

İçim sıkılmıştı birde yarım yamalak kalmıştı hikaye. Yavaşça dizlerimde ki kara sular inmiş  diz bağlarıma da vurmuştu. Bende olan dem ve kederi ikna edip doğruldum banktan. Tam çıkmaya hazırlanıyordum ki ‘Çıkarken öde’ sesi kulaklarımda bir kez daha yankı eyledi.Başımı masaya çevirdim elim bir rüzgar esintisi hızında ince belli bardağın altından, tereyağından kıl çekercesine hassas bir dokunuşla kavramıştı adisyonu. Biliyordum Cennette bir ödeme olamazdı yinede adisyonu gözüm ile görmeliymişim hissi içimde kuşkulardan bir köprü yaratmıştı. Hemen göz gezdirdim. İlk baktığım tarafta ancak Cennet yazmanın bu kadar güzel olacağı bir font ile yazıyordu bulunduğumuz yaşam|ölüm alanı. Diğer kısmını çevirdiğimde ise karşıma inanmayacağım bir borç çıkmıştı.

 

Aşk başlamadan güzel,
Kalplerde heyecan
Bakışlarda korku olduğu zaman güzel...
Birbirimize sezdirmemek için çırpınış,
Başkaları görmesin diye çabalayış,
Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman...
Aşk başlamadan güzel....

 

O an anlamıştım başlaması da güzel ama başlamadan ki heyecanı hayatımızın hiçbir anında yaşayamayacağımızı. Şiiri okurken masadan bir iki adım uzaklaşmış buldum kendimi kafamı doğrulttuğumda ise karşımda ki ahşap kolonda da kocaman çizgilerle (ki bunlar acının tırnak izleri olsa gerek ) kazınmış üç harf gördüm.

 

Ü.Y.O

 

Sahi söylemedim değil mi en başında…

Kendisi Ümit Yaşar Oğuzcan.




DÜŞLERİNİZİN BAGUASI 2 / Müge Yüce

Hem sizlere hem de yeni gelen haftaya kucak dolusu sevgiler..

Yılın son ayının içindeyiz. Aralık ayı beni hep heyecanlandıran bir ay olmuştur. Bitişler her ne kadar hüznü temsil etse de, ben her aralık geldiğinde sevinç ve heyecan ile dolarım. Belki yeninin heyecanı, belki de benim şıkır şıkır yanan ışıklara, renkli ve simli pırıl pırıl göz alan yılbaşı süslerine, çam ağaçlarına, kar tanesinin o muhteşem kristalinin şekline olan hayranlığım yüzündendir, kimbilir : )) Özellikle çam ağacımın ışıklarını yaktığım an kalbimin kıpırtısı dışardan duyulabilir. Bu noktada sizden naçizane isteğim, plastik çam ağaçları alıp kullanmanız. Artık öyle büyük, öyle gerçekçi plastikler var ki canlısına kıymayın lütfen. Üstelik yılbaşı geçince katlayıp kaldırabiliyor ve bundan sonraki yıllarda da kullanabiliyorsunuz. Doğaya saygı, insana saygı kadar önemlidir. Eğer hayattan, dilekleriniz, istekleriniz varsa hepimizin ortak yaşamına ait olan her şeye de saygı duymanız gerekir. Bu iç içe geçmiş bir döngüdür vegerçekten çok önemlidir. Bu nedenle ilerleyen yazılarımda tekrar bu konudan bahsedeceğiz.

Birçoğunuzdan gelen geri dönüşlerden anladım ve mutlu oldum ki düş tablosu yaratımı sizi çok heyecanlandırmış. Haydi, hazırsanız hayallerimizi bir tabloya dönüştürmeye başlayalım.

Buradaki temel prensip, hazırladığınız materyalleri aşağıda vereceğim tablo 1 deki renk ile tablo 2 deki ilgili alanlara yerleştiriyor olmanızdır. Gerisi ise kendiliğinden gelecek bir yaratımın başlangıcıdır.




Kafanız karışmasın, iki tablo birbirinin aynıdır. Basitleştirmek adına 1. Tabloyu size ben hazırladım. Asıl kılavuz şekliniz odur. 2. Tabloda dikdörtgen bir panoya renkleri ve resimleri yerleştirirken hangi renkleri uzatacağınızı da şekil olarak göstermek istedim.

İlk yazımda da belirttiğim gibi Çin felsefesine göre bu harita evin planı üzerine oturtulur ve o yerlere denk gelen odalarda veya holde bu renkler ağırlıkta ya da objelerle kullanılır. Ancak biz burada bir dikdörtgen ya da kare zemin üzerinde renkli kartonları şekildeki sıraya göre yerleştirip sabitledikten sonra, hafta boyunca seçtiğiniz, kestiğiniz resimleri yapıştıracak ve kendi hayal tablomuzu, düşlerimizin baguasını yaratacağız.Bu arada benim düş tablomda dengeyi temsil eden işaret yani yukarıdaki sarı zeminde duran ying yang işareti tam ortada duruyor. Yuvarlak bir şekilde kestim ve sarı kartonuma yapıştırdım.

Şimdi bulduğunuz ve sizin için konu başlıklarına göre anlam ifade eden tüm resimleri tekrar gözden geçirmenizi istiyorum. Kendinize her bir resim için tek tek sorun. Bu benim asıl istediğim mi? Bu resim bana ne ifade ediyor? Yüreğimde hangi duygumu çağrıştırıyor?

Bununla ilgili, bir danışanımın tablosundan örnek vermek istiyorum. X hanım çok güzel bir sürü resimle dolu bir dosya ile geldi eğitime. Haydi ayıralım dediğimde ev için ayırdığı tüm resimlerin bir banyo içinde tek başına kadın resimleri, sabun, şampuan, beyaz havlu gibi konulara odaklı olduğunu farkettim. Hemen sordum neden ev deyince aklınıza sadece bunlar gelmiş? Bilmiyorum dedi. Hep bu resimlere gitti elim. Pekiyi bu resimlere baktığınızda neler hissediyorsunuz, sizde nasıl bir his uyandırıyor? Temizlik dedi. Saflık. Biraz daha konuştuğumda aslında derinlerde bir arınma, temizlenme dürtüsüne ulaştık. Bunu düş tablonuza koymak yerine, gerçek yaşamda yapabilmeniz en sağlıklısıdır. Zaten yüreğinizden gelen bu istekleri görsellere yansıtma çalışmasının amaçlarından biri de budur. Kendi içinizi gözünüzle görebilmeniz. Kalbinizde sizde eksik olan ya da ağırlıklı olan duyguyu bulmanız mühimdir. Arınmak, şifalanmak, temizlenmek gibi ihtiyaçlarınız varsa açık havada uzun bir yürüyüşe çıkabilir, eve geldiğinizde duşunuzu alabilir, bir miktar deniz ya da kaya tuzu ile dolu bir kaptan su dökünebilir ya da bir tuzlu su dolu küvette biraz kalabilirsiniz. Çıktığınızda beyaz mumlar yakabilir ve belki biraz sessiz sakin bir şekilde oturup derin nefesler alarak rahatlayabilirsiniz. Bunu keşfedecek sadece sizsiniz. Benimle paylaşmak isterseniz de buradayım, bana ulaşabilir, fikir alabilirsiniz.

Şimdi tüm duygularınızı gözden geçirip,resimlerinizi yerleştirmeye başlayın.

Dikkat etmeniz gereken şey, resimlerin arasında boşluk olmaması gerektiğidir. Kalan boşluklara ben değişik cümleler yazdım. Mesela; kalbimi ve tüm benliğimi evrenin bütün şifa enerjilerine açıyorum. Amaçlarıma ve hedeflerime, sarsılmaz bir güvenle, kolayca ve büyük bir keyifle ilerliyorum, Para bana gani gani her yerden geliyor gibi.. Ayrıca boşluklara minik renkli kalpler de kesip koyabilirsiniz. Sevgi ifadeleri her yerde bütünleyicidir. Yeter ki boşluk kalmasın. Evren boşluk sevmez, kendi doldurur. Üstelik kendi kafasına göre bunu yapmak gibi bir huyu da vardır. Her zaman hoşumuza gitmeyebilir. : ))

Buraya kadar her şeyi tamamladığınızda, dileklerimizin gerçekleşmesi için kendi iç dünyanızda bir takım şeyleri değiştirmemiz de gerekecek. Yani tabloyu yap, geç karşısına otur bekle durumu bu gerçekleşme için yeterli olmayacaktır.

Neler yapmanız gerektiğini önümüzdeki yazımızda ele almaya başlayacağız. Bu yazıların devamında, eğer naçizane tavsiyelerime uyabilirseniz, dünyaya başka bir gözle, başka bir pencereden bakacağınıza söz veriyorum.

Haftaya görüşmek üzere,

Sevgimle, iyilikle ve iyi kalın.


 

6 Aralık 2015 Pazar

Gökten iner apışır, Her adama yapışır (2) / Fatih Balcı

Anadolu’da ve Kıbrıs Türk toplumunda adla ilgili olarak âdetler ve inanmalar doğrultusunda çocuğa verilen adları dar anlamda tasnife tâbi tutmamız gerekirse; istek ve temenni adları, bir olaya bağlı olarak verilen adlar, koruyucu adlar olarak kümeleştirmek ve bu konular hakkında bilgi vermek mümkündür

1. İstek ve temenni adları:

Çocuğun olmasını, yatırlara, ziyaret yerlerine bağlayan ebeveynler, manevi bir borç olarak bu ulu ve mübarek insanların adlarını çocuğa koyarlar: Abdurrahman, Yunus, Murat, Bektaş, Mal hatun... Çocuğa Allah'ın sıfatları, peygamberler ve peygamber yakınlarıyla ilgili adlar kutsiyet kazanmak inancıyla verilir: Ahmet, Mustafa, Resul, Ekrem, Abdullah, Bekir, Osman, İsmail, Yakup, Hatice, Ayşe, Fatma, Zeynep...

Yine tarihi şahsiyetler ve siyasi liderlerle ilgili adlar, onların şahsına hürmet ve saygı için koyulur: Atilla, Cengiz, Timuçin, Ertuğrul, Beyazıt, Fatih, Mustafa Kemal, Alparslan, Kazım, Celal, Menderes..

2. Bir olaya bağlı olarak verilen adlar:

Çocuğun doğduğu gün, ay ve mevsimle ilgili adlar, çocuğa ilerisi için o günün anısı olarak verilme âdeti mevcuttur: Cumhur, Kurtuluş, Cumali, Leyla, Kadriye, Arif, Mevlüt, Ramazan, Bayram, Gündüz, Şafak, Sefer, İlkay... Yine hayvanların, bitkilerin ve madenlerin dikkati çeken özelliklerini çocuğa geçirmek niyetiyle veya doğumdan hemen sonra görülen bir nesne ile ilgili olarak adlar koyulmaktadır: Aslan, Alageyik, Ceylan, Kartal, Şahin, Doğan, Bülbül, Dudu, Selvi, Mine, Lale, Çiğdem, Nergiz, Kiraz, Gül, Itır... Bitki isimleri de özelikle “gül” sözü, diğer isimlerin başına veya sonuna getirerek çoğunlukla kız adı olarak seçilmektedir: Güliz, Gülizar, Gülkız, Gülnihal, Gülderen, Gülgun, Akgül, Ayşegül, Bağdagül... Nadir olarak ise doğumdan sonra ilk söylenen söz, o çocuğa ad olarak verilmektedir: Allahaşükür>Allah şükür, Balageldi, Sıhhat...

Çocuğun göze çarpan ayırt edici bir özelliği (fiziki görünümü) ad olmasında etkendir: Karakaş, Alakız, Aygız... Çocuğun doğduğu yerle ilgili olarak adların da verildiğini görmekteyiz: Hun Türklerinin Hakanı Atilla'nın asıl adının Etil olduğu bunun da Etil >îtil>îdil nehri kenarında doğduğu için bu adın verildiği kaydedilmektedir (Hasan Köksal, a.g.e.). İnsanın yaşadığı çevreyi dolduran doğal unsurlarda ad olarak verilmektedir: Fırat, Seyhan, Dicle, Tuna, Bingöl, Pınar, Kaya, Akdağ...

Bazı doğumlar alışıla gelmişin dışında olunca doğum yapılan yerin belirtilmesi amacıyla bu tür adlar konulur. Mesela tren yolculuğu sırasında doğanlara Demir, vapur yolculuğunda doğanlara Deniz adı verilir. Ayrıca bilinen bir hastanede doğanlara da o hastanenin kurucusunun adı verilir. İstanbul da ki Zeynep Kamil hastanesinde doğan çocuklardan kız olanlara Zeynep, erkek olanlara Kamil adı verildiği görülmektedir. Sıkı dostlukların meydana geldiği zamanlarda iki taraftan birisi, bu dostluğu daha derinleştirmek için çocuğuna arkadaşının adını verir. Doğum sırasında ülkenin bulunduğu konumun hatırlanması amacıyla ad koyulur: Savaş, Barış, Özgür...

Astronomik bir olaya bağlı olarak da adlar verilmektedir: Yıldız, Güneş, Yıldırım, Şimşek, Bora, Tayfun, Karyağdı, Gündoğdu, Yağmur, Aydın, Ayla, Ayseme... Çocuğun doğumunda bababısının yaşı, ailedeki çocuk sayısını veya onun kaçıncı olduğunu belirtmek için ad koyulur: Ellibay, Otuzbay, Altubay, İlknur, Sonay...

Bazı ebeveynler ise çocukların adları arasında uyum olması için adlar koyarlar: Nejat, Vedat, Sedat, Ayten, Nurten, Gülten... Modaya uyum ve kültür değişmelerine bağlı olarak adların koyulduğunu da görmekteyiz: Tarkan, Hülya, Sibel. Tarık, Sakıp, Vehbi (Hasan Köksal, a.g.e.)...

3. Koruyucu adlar:

Bazı isimlerin çocukları koruyacağına ailerler inanmaktadır. Bu yüzden Çocuğun Kur'an’dan parmağı ile ilk işaretlediği kelime ad olarak verilmektedir. Ebeveynler, zarar verici ve kötü ruhların antipatisini sağlamak ve çocukları bu zararlılardan korumak için hoş olmayan olumsuz adlar koyarlar.

Böylece bu isimlerden dolayı kötü ruhlar yanlış yola sapacaklar ve çocuklara zarar vermemiş olacaklardır: Satılmış, Tezek, Bokburun, İtbarak, Köpek, Köpek Bey, Alçak... Bazen adın büyü kökenli ve mistik bir özü olduğu inancından hareketle, çaresizlik durumunda koyulanlar da vardır: Yaşar, Yaşagül, Dursun, Duran, Ömür, Hayati, Satı, Durgül, Yeter, Döne, Kafiye, Songül, Bıktık... Kötü ruhları şaşırtmak amacıyla oğlan isimlerinin kızlara verildiğinide bilmekteyiz. Çocuğu “cılız ve hastalıklı olanlar ya da adı yaramadı, bu ad ağır geldi, kaldıramadı”... diye düşüncelerden, çocuğun adı değiştirilebilmektedir (Hasan Köksal, a.g.e.)...

Sonuç olarak; ad, hiçbir zaman gelişi güzel seçilmez ve adı belirleyen etkenler vardır. Ad belirlenirken Kıbrıs Türk toplumunda, Anadolu’da ve Türk topluluklarında uygulanan pratikler ve inanmalar birbirleriyle benzerlik göstermektedir. Ad belirlenirken, doğum yapılan yer ve gün, Tanrı’nın sıfatları, peygamber ve peygamber yakınları, tarihi kahraman ve kumandanlar, özelliklerinden dolayı bitkiler, madenler ve hayvanlar dikkate alındığı gibi; vefa duygusuyla, ölmüş büyüklerin adları, şöhrete ulaşmış sanatçıların adları da etkili olmuştur. Bunlara adın büyü kökenli ve mistik bir özü olduğu inancına bağlı olarak seçilenleri de ilave etmek gerekmektedir.



DOĞANIN GÜZELLEŞTİREN ETKİSİ / Banu Tükel

Biliyorsunuz, günümüzde özellikle de doğal besinler diye adlandırılan anam babam usulü sebzeler ve meyveler üzerine bir çok araştırma yapılıyor. Geçen gün bir dergide yeni çıkan nemlendirici reklamlarına bakarken, birden aklıma acaba güzelleşmek için önerilen besinler var mı diye internette bir bakınmak geldi. Sonuçta güzellik cilt güzelliğiyle başlamıyor mu? İnternette bu konuda yok yok, arkadaşlar.

 

Şimdi size nemlendirici yerine bol bol kırmızı biber közleyip, yiyin ya da cildi şöyle aydınlatan böyle parlatan kozmetikler yerine çantanızda bitter çikolata bulundurun desem, salatanızdan somonu eksik etmeyin, her gün mutlaka bir fincan yeşil çay için desem, ne derdiniz? Evet, ben de önce "ne alaka" dedim. Ama sebze ve meyvelerin vitamin ve mineral deposu olduklarını düşününce, bence hep beraber denemeliyiz diye düşündüm.

 

İşte internette cilt için yememiz önerilen besinlerin içinden en önemli bulduğum 8 adet besin maddesini seçtim, ne işe yaradıkları ve niçin yaradıkları:

 

1. Kırmızı biber ; kapya diye satılan, közleyerek yeme alışkanlığında olduğumuz bu biberi çiğ olarak kahvaltıda ve salatalarda tüketebileceğimiz gibi, etli veya zeytinyağlı dolması da enfes oluyor. İçinde bolca c vitamini ve karoten bulunan kapya biber cilde giden kan miktarını artırdığından kırışıkları önlüyor ve cilde parlak bir görünüm sağlıyor.

 

2. Havuç; havucun içindeki a vitamini cildin dış katmanlarında aşırı hücre oluşumunu ve birikimini önler. Böylelikle ciltte akne oluşumunu önler.

 

3. Somon; içindeki zengin omega 3 yağ asitleri sayesinde akne ve kırışık oluşumunu önlerken, cildi içerden dışarıya doğru nemlendiren, güçlendiren bir yapıya sahip. İşin enteresan yanı da aynı zamanda saçlı derinin de su tutmasını sağlayan somon, saç kırıklarını önlüyor.

 

4. Kereviz; içinde bol miktarda bulunan sodyum, potasyum, k vitamini ve su sayesinde deriyi nemli tutar, kurumasını, kırışıkları ve akne oluşumunu önler.

 

 

5. Ispanak; ıspanağın içinde adeta bir ben yokum! Demir var, folat, klorofil ve e vitamini var, magnezyum var, a vitamini var, sebze proteini ve c vitamini de var. Bence salatası, yemeği vs. haftada 3-4 kez yenmeli diyorum. Bu besin deri problemleri ile savaşırken, içindeki a, e ve c vitaminleri cildi içten dışa temizliyor. mükemmel.

 

6. Bitter çikolata; içindeki flavonoidler ve antioksidanlar sayesinde cilt dostu ve güneş hasarlarına karşı koruyucu, ayrıca kakao da atardamarları genişleterek cilde giden kan miktarını artırmak suretiyle cildimizi daha sağlıklı hale getiriyor.

 

7. Yeşil çay; antioksidan ve antienflamatuar olan yeşil çay stresi vücuttan atmanın en etkili yolu. Şahsen ben tadını bir türlü sevememiştim, ama şimdilerde chadonunearlgrey yeşil çayını keşfettim, yani bergamot aromalısını, sıcak soğuk her türlü tüketiyorum. yalnız duyduğuma göre yeşil çayda aşırıya kaçmamak gerekiyormuş aynı kahve gibi, yani günlük bir fincan için en fazla iki.

 

8. Tohumlar; ay çekirdeği, kabak çekirdeği ve keten tohumu. Bu tohumlar da içlerindeki selenyum, magnezyum, e vitamini ve protein açısından çok zenginler. Protein ve selenyum kırışıklıkları silerken, e vitamini deriyi nemli tutuyor, magnezyum ise stresi alıyor. Ben salatalara ve sandviçlerin içine serpmenizi öneririm, hele evde ekmek pişiriyorsanız mutlaka hamurun içine avuç avuç bu tohumlardan atın.

 

Ki sağlıklı ve güzel kalın.



SİHİRLİ AYAK PODOLSKİ

Galatasaray-Bursaspor maçını izlerken aklıma direk olarak Bursaspor'un geçen seneki performansı aklıma geldi ve maç skoru o zaman nasıl sonuçlanırdı diye düşündüm. Eminim ki Bursaspor sınavı rahat geçerdi ya da en azından eşitlik bozulmazdı. Çünkü bu sezon takım olarak morali bozuk ve formsuz bir Bursaspor Galatasaray'a karşı 3 net pozisyon yakalıyor, demek ki defanstaki tehlikeli oyunlar hala devam ediyor. Alınan farklı galibiyet yönetimi ve taraftarları fazla aldatmasın nedeni ise orta sahadaki kopukluğa ve defans hatalarına hala çözüm bulunamadı.


Oynanan maçta en çok ilgimi çeken olay ise Tarık Çamdal hamlesiydi. İşler kötü giderken Tarık Çamdal'ın kurtarıcı olarak oyuna girmesi çok tuhaftı ve hangi amaçla oyuna dahil oldu hiç bir fikrim yok. İlgimi çeken ikinci olay ise Galatasaray taraftarıydı. Takımını desteklesin mi yoksa protesto mu etsin ikileminde kalıyor çünkü oynanan futbol taraftara hiç güven vermiyor.


      Hücum hattına baktığımızda ise geçen haftalara göre daha iyi bir Galatasaray izledik. İkinci yarının 68. dakikasında ortaya yine sihirli ayak Podolski çıktı ve takımını öne geçerdi. Geriye düşen Bursaspor daha sonrasında çözüldü ve Galatasaray farklı bir galibiyetle Beşiktaş maçı öncesinde çok değerli 3 puana sahip oldu. Bu
haftaki maçta da anlayacağımız gibi Galatasaray attığı kadar veya daha fazla gol yemezse 3 puanı garantiler, bunun çözümü ise defansif sorunları ve orta sahadaki koordinasyonları acilen çözümlenmesi gerekir.


      Sezonun ilk yarısının bitimine 3 hafta kaldı, bu süreçte Galatasaray ne kadar az puan kaybederse Mustafa Denizli o kadar şanslı, bu da demek oluyor ki Galatasaray ara transferde acilen 3 ya da 4 oyuncu alması gerekiyor aksi taktirde Mustafa Hoca'nın işi çok zor !...



TARİHTE BUGÜN / Serkan Çonkır

7 ARALIK -1917 I. Dünya Savaşı: ABD, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na savaş ilan etti. -1920 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası kuruldu. -1921 Kilis düşman işgalinden kurtuldu. -1923 Birleşik Krallık'ta yapılan seçimlerde Muhafazakâr Parti 257, İşçi Partisi 191, Liberal Parti 158 milletvekilliği aldı. -1932 Muhsin Ertuğrul'un "Bir Millet Uyanıyor" filmi gösterime girdi. -1934 Türk Kadınlar Birliği, İstanbul'da bir mitingle kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkını kutladı. -1941 II. Dünya Savaşı: Kanada; Finlandiya, Macaristan, Romanya, ve Japonya'ya savaş ilan etti. -1941 Pearl Harbor Saldırısı: Japon uçakları Amerikan deniz üssü Pearl Harbor'u bombaladı. 5 savaş gemisi, 14 gemi, 200 uçak yok edildi, 2400 kişi öldü. -1944 Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi'nin ilk fasikülü çıktı. -1958 İstanbul sokaklarında "hula-hoop" çevirmek yasaklandı. -1961 MGK Başbakan İsmet İnönü'nün başkanlığında ilk toplantısını yaptı. -1972 Apollo 17, ay görevine doğru yola çıktı. -1973 İslam Konferansı Örgütü'ne üye 7 ülke tarafından geri kalmış İslam ülkelerini kalkındırmak amacı ile İslam Kalkınma Bankası kuruldu. -1975 Endonezya, Doğu Timor'u işgal etti.



3 Aralık 2015 Perşembe

TARİHTE BUGÜN / Serkan Çonkır

3 ARALIK -1854 Florence Nightingale hastanesine adını veren hemşire Üsküdar'daki Selimiye Kışlası'nda, Kırım Savaşı sırasında yaralanan İngiliz askerlerinin tedavi ve bakımını yapmıştır. -1918 I. Dünya Savaşı'ndan sonra Londra'da yapılan Müttefik Kongresi sona erdi; Almanya'nın savaş tazminatı ödemesine karar verildi. -1923 Teşkilatı Esasiye Encümeni yeni anayasayı görüşmeye başladı. -1928 Ekmek otuz para ucuzladı. -1934 Dini kisvelerle ilgili yasaklar öngören "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun" kabul edildi. -1942 Zonguldak'ta bir maden ocağındaki kazada 63 işçi öldü. -1944 Yunanistan'da komünistler ve kralcılar arasında Yunan İç Savaşı başladı. -1945 İstanbul'da Tan Matbaası gericilerin saldırısıyla yıkıldı. -1956- Birleşik Krallık ve Fransa, Süveyş'ten çekileceklerini açıkladılar. -1959 Dr. Fazıl Küçük Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı oldu. -1967 İlk kalp nakli ameliyatını, Güney Afrikalı kalp cerrahı Dr. Christiaan Barnard, Cape Town'da yaptı; hasta 18 gün yaşayabildi.



1 Aralık 2015 Salı

EVREN ÇOLAK “EVREN’DEN MESAJINIZ VAR!”IN İMZA TÖRENİNDE OKUYUCULARI İLE BİR ARAYA GELDİ

Algı yönetmeni Evren Çolak, ilk kitabı “ Evren’den Mesajınız Var!” için 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ve 25. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’nda düzenlenen imza gününde okuyucuları ile buluştu. 14 Kasım Cumartesi günü İnkilap Kitabevi standında gerçekleşen imza gününe ziyaretçiler yoğun ilgi gösterdi.

 

Doğu Akdeniz Üniversitesi İç Mimarlık ve Tasarım bölümü mezuniyetinin ardından Galler Üniversitesi’nde (University of Wales ) Bilişsel Davranış&Psikoloji alanında eğitimi alan ve bu eğitimini özel bir davranış  Enstitüsün de farklı disiplinlerde aldığı beden dili, insan davranışı, iletişim, ilişki kurma, bilişsel düşünce gibi çalışmalar ile uzun yıllardır destekleyen Evren Çolak, ilk kitabı “Evren’den Mesajınız Var!” ile, okuyucuları yanlarına yalnızca kendinizi alacağını bir yolculuğa çıkarıyor.  14 Kasım Cumartesi günü 34. TÜYAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, İnkilap Kitabevi standında düzenlenen imza töreninde okuyucuları ile buluşan Evren Çolak, “Evren’den Mesajınız Var!” kitabı ile okuyuculara en yalın haliyle mutlu olma yolunda yeni adımlar atmak için ipuçları sunduğunu belirtiyor. Gerçek insanların gerçek dünyada yaşadıkları gerçek duygularının, var etmeye çalıştıkları hayal dünyalarını mutsuzlaştırdığını belirten Evren Çolak işte tam da bu sebepten kitabında, herkesin hayatından bir parça taşıyan gerçek hikayelerden yola çıktığını belirtiyor. Evren Çolak’ın imza günüyle yer aldığı, birbirinden değerli yazarları okuyucular ile buluşturan ve 553 bin kişinin ziyaret ettiği Kitap Fuarı, renkli görüntüler ile sona erdi.