Bu yıl, 92.
yıldönümü kutlayadığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolun
başlangıcında ,milletimizin “kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti”
kurmak üzere “ya istiklâl ya ölüm” ilkesi ile başlattığı Milli Mücadele ve
Kurtuluş Savaşımız yer almaktadır. Bu süreç içinde Erzurum ve Sivas Kongrelerini
takiben 23 Nisan 1920’de, millî iradeye dayanan Türkiye Büyük Millet Meclisi
açılmış ve bütün dünyaya karşı, yayınladığı beyanname ile “egemenliğin kayıtsız
şartsız Türk milletine ait olduğunu” ve “Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde
hiçbir makam bulunmadığını” ilân etmişti. Zira bu meclis ve bu meclisin içinden
çıkan ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti”, yapısı ve işleyişi yönünden,
aslında ismi konmamış bir cumhuriyet yönetiminden farksızdı. Ama Millî
Mücadele’nin ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitişini ve Lozan Antlaşması’yla
bağımsızlığımızın bütün devletlerce onayını takiben, artık devlet yönetiminin
daha açık biçimde isim alması gerekiyordu. İşte 29 Ekim 1923 günü yapılan
Anayasa değişikliği ile bu husus da yerine getirildi ve bu yıl 92. yıldönümünü
kutlayacağımız Cumhuriyet ilân edildi.
Cumhuriyet, egemenliğin kaynağının millete ait
olduğunu kabul eden devlet şekli demektir; dolayısıyla devletin temel
organlarının seçimle iş başına geldiği bir yönetim biçimidir. Bu rejimde Devlet
Başkanı olan Cumhurbaşkanı da milletçe veya milletin temsilcisi Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından seçilir. Cumhuriyet yönetimi bu niteliği ile şüphesiz
ki demokrasinin en gelişmiş şekli, demokrasi prensibinin en iyi uygulanmasını
temin eden bir siyasi rejimdir.
Cumhuriyet yönetiminin birinci Özelliği, seçim
esasına dayanan bir idare olmasıdır. Bu seçim de gerek seçme gerekse seçilme
hakkı bakımından belli bir kişiye, belli bir zümreye, belli bir sınıfa ait
değildir; bütünüyle millete aittir. Cumhuriyetle yönetilen bir devlette bir
görevin, ilâhî bir kuvvete dayanması veya babadan oğula geçmesi gibi bir usul
de yoktur .Cumhuriyet yönetiminde seçimle iş başına gelenlerin görev süresi
belli bir dönemi kapsar.
Cumhuriyet rejiminin
ikinci bir özelliği, bu rejim her şeyden önce kişi, zümre ve sınıf yararını
değil, kamu yararını ön planda tutan, kamu yararına dayanan bir yönetim
şeklidir. Çünkü cumhuriyet rejimi, kuvvetini, dayanağını kişi, zümre ve sınıf
hakimiyetinden değil, geniş halk kitlesinden, millet iradesinden almaktadır.
Cumhuriyet rejimi, memleketimize, milletimize
sayılamayacak kadar çok şeyler kazandırmıştır. Bir kere cumhuriyet yönetimi,
devlet hayatımıza, siyasi hayatımıza egemenliğin bir şahsa, bir zümreye, bir
sınıfa değil, millete ait olduğu gerçeğini kazandırmıştır. Çünkü bundan evvel,
Osmanlı Devletinde egemenliğin kaynağı ilâhî iradeye bağlanıyor, bunu da
Sultan-Halife sıfatıyla bir şahıs temsil ediyordu..
Cumhuriyet rejiminin, bütün vatandaşları kanun
önünde eşit sayması, onlar arasında hiçbir ayrıcalık tanımaması, onların devlet
yönetimine eşit olarak katılımını sağlaması, vatandaşların temel hak ve
hürriyetlerini devlet teminatı altına alışı, millî birlik ve beraberliğimiz
açısından da birleştirici, pekiştirici olmuş, millî sınırlarımız içinde hiçbir
ayrıcalık yapmaksızın bütün vatandaşlarımızın paylaştığı, yararlandığı, bu
nedenle korumaya ve yaşatmaya kararlı olduğu bir idare haline gelmiştir.
Cumhuriyet rejimi aynı zamanda, insan unsuruna
verdiği değer, insan hak ve hürriyetlerine gösterdiği saygı nedeniyledir ki,
çağdaşlaşmayı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı en iyi şekilde gerçekleştiren
bir ortam oluşturmuştur. Türkiye’nin çağ atlaması, milletimizin Atatürk’ün
önderliğinde her türlü engeli aşarak uygar bir toplum haline gelişi, lâik ve
demokratik cumhuriyet rejimi sayesinde mümkün olabilmiştir.
İşte bize
kazandırdığı bu değerler nedeniyle, lâik ve demokratik cumhuriyet rejimi,
memleketimizin geleceği bakımından o derece önemlidir ki, Anayasamızda “Türkiye
Cumhuriyeti’nin idare şeklinin Cumhuriyet olduğu” hükmünün değiştirilemeyeceği,
değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği ayrı bir anayasa maddesiyle teminat
altına alınmıştır.
Gençlerimizi ve her gelecek kuşak bilmelidir
ki, bu topraklarda kurduğumuz Cumhuriyet yönetimi, Atatürk’ün önderliğinde çok
büyük fedakârlıklarla kazanılan bir ölüm kalım savaşından sonra
gerçekleştirilmiştir. Bu büyük başarının arkasında binlerce şehidin, binlerce
gazinin harcı vardır. Bu bakımdan, kurulan bu büyük eserin her yönü ile
gelişmesi, geliştirilmesi, doğabilecek her türlü tehlikeden titizlikle
korunması, Cumhuriyet kuşaklarının Atatürk’e ve onun inkılâp arkadaşlarına
borçlu olduğu unutulmaması gereken bir görevdir. Cumhuriyet kuşakları, bu
görevin bilinci içinde, kendilerine bırakılan emaneti daima koruyacaklar,
Türkiye Cumhuriyeti’ni Büyük Önderin çizdiği yolda ebediyen yaşatacaklardır.
