30 Kasım 2015 Pazartesi

TARİHTE BUGÜN / Serkan Çonkır

1 ARALIK

-1402 Timur, Rodos şövalyelerinin 57 yıldır hüküm sürdüğü İzmir'i kuşattı. -1640 Portekiz, İspanya'dan bağımsızlığını ilan etti. -1906 -Dünyanın ilk sinema salonu Paris'te açıldı. -1913 Ford Motor Company, ilk hareketli montaj hattını başlattı. -1925- Locarno Antlaşması, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya arasında İsviçre'nin Locarno şehrindeki konferansın ardından Londra'da imzalandı. -1928 Yeni Türk harflerinin kullanımı yürürlüğe girdi. Gazeteler, mecmualar, levha, tabela ve ilanlar yeni harflerle basılmaya başladı. -1928 II. İktisat Şûrası toplandı. -1928 Vakit gazetesinin 30 Kasım'da başlattığı Mutlu Çiftler Müsabakası ilgiyle karşılandı. -1928 Osmanlı borçlarının tasfiyesine ilişkin anlaşma TBMM'de onaylandı. -1931 İlk sesli Türk filmi "İstanbul Sokaklarında" gösterildi. -1935 Türk kadınının siyasal haklarını kazanması. -1940 II. Dünya Savaşı dolayısıyla Türkiye'de geceleri karartma uygulaması başladı. -1943 Roosevelt, Churchill ve Stalin'in katıldığı Tahran Konferansı sona erdi. -1950 Türk Tugayı, Kore'de Kunu-ri Muharebesi'ni kazandı. -1954 Adıyaman ve Sakarya il oldu. -1954 Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın cezaevine girdi. -1955 Montgomery, Alabama'da (ABD) Rosa Parks adındaki zenci kadın, otobüste yerini beyaz adama vermediği için tutuklandı. -1964 Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında ortaklık kurulmasını öngören, 12 Eylül 1963'te imzalanan Ankara Antlaşması yürürlüğe girdi. -1965 Ereğli'de grizu patlamasında 9 işçi öldü. -1973 Papua Yeni Gine, Avustralya'dan özerklik elde etti. 16 Eylül 1975'te bağımsızlığını ilan etti.



DÜŞLERİNİZİN BAGUASI 1 / Müge Yüce

Sevgili ve çok değerli okuyucularım,

Hepimiz için ışık dolu, mucize dolu, kalbimizdekilerin bize ansızın geldiği, şahane bir hafta OL’sun.!

Dün gece, diz üstü bilgisayarımı yere bırakıp uyuduğum için tuşlara bastıkça arasından çıkan sevimli karıncalarımın da hepinize selamları var. : ))

Bugüne kadar paylaştığım yazılarımda hayal etmeyi, hayalimizi detaylandırmanın ne kadar önemli olduğunu, bu hayali yazarak ve görseller ile destekleyerek çalışmamızı ve yazarken de mış gibi tekniğinin gerekliliğini vurgulamıştım. Bugün de görsellerle desteklemenin değişik, çok keyifli ve oldukça eğlenceli bir yolundan bahsedeceğim. Hayal tablosu, düş tablosu, hayal panosu ya da benim düş baguası diye adlandırdığım bu yöntemin amacı, her şeyi idare eden merkez olan bilinçaltımıza, ne istediğimizi tam anlatıp, onu yönlendirmektir. Bunu rota belirlemek ve bu rotayı gerçekleştirmek için yaratmaya başlamak olarak da görebilirsiniz. Evet yaratım..! İstediğiniz hayatı yaratmaya hazır mısınız? Haydi o zaman başlayalım!

Öncelikle size, Çin öğretisinde bulunan Bagua’nın ne anlama geldiğini anlatmak istiyorum. Bagua; sekiz yaşam durumuna ayrılmış sekizgen bir semboldür. Kişinin yaşamdaki seçimlerine yol gösteren bir kullanma kılavuzudur. Yönler ile bağlantılı olmak üzere, insan yaşamının en temel yaşam kalıplarına bir düzenleme getirmektedir. Bu düzenlemeler evler, iş yerleri, şehir planları vs gibi birçok yerde kullanılmaktadır. Biz de burada hayallerimizi düzenlemek için bagua’nın prensiplerinden yararlanacağız.

Düş tablonuzu yaratabilmeniz için öncelikle yapmanız gereken şey hayalinizde, hedefinizde, aklınızda sahip olmak istediğiniz ne varsa, ona ait resimleri, görsellerihazırlamaktır. Bu görselleri gazete ve dergilerden kesebilir ya da internet üzerinden bulup, renkli olarak çıktılarını alabilirsiniz. Mesela istediğiniz arabanın, istediğiniz rengini gösteren bir fotoğraf, hayalinizdeki eve benzeyen evin resimleri, kariyer ya da işiniz ile ilgili başarı olarak gördüğünüz o noktanın resim ile ifadesi gibi sadece sizin hayal gücünüze ait, özel materyalleri bulmanızdan bahsediyorum. Resimler ile anlatamadığınız yerde yazılarınız da devreye girebilir. Örneğin benim düş tablomda bir dergiden kesilmiş “huzurlu yaşam” diye bir ifade var.

Bir sonraki yazıma kadar, yani tam olarak bir hafta boyunca, aşağıda konularını verdiğimbu görselleri, kendi hayallerinize göre bulmanızı ve yaratım için hazır olmanızı rica ediyorum.

1.Bereket-bolluk-yaratıcılık-büyüme (para, altın, şelale, bir sürü balığın bir arada olduğu fotolar vs.)

2.Ün-itibar-sosyal hayat

3. Evlilik-iş birliği-uyum

4. Çocuklar (Eğer çocuk istiyorsanız bebek resimleri, varsa onlarla ilgili hayallerinizi resmeden görseller)

5. Yolculuk-ilgi alanları-yardımcı insanlar-rehberler (gezmek istediğiniz yerlerin resimleri vs)

6. İş-iş başarısı (hayalinizdeki başarının görseli. Ödül, basılmış bir kitap ya da başarı size ne ifade ediyorsa)

7. Bilgi-zeka-eğitim

8. Sağlık-aile

Her bölüm için hayal ettiğimiz, olmasını dilediğimiz isteklerimizin resimlerini, hatta yazılarını toplayalım. Bölümlere resimleri ararken, örneğin bereket bolluk için: ‘’ Ne olsa, nasıl olsa bolluk içinde hissedebilirim? ‘’ diye düşünerek materyal toplayabiliriz. Diğer bölümleri de  ‘’Hayatımda ne olsaydı, nasıl olsaydı iyi hissederdim?’’ diye düşünerek bulabiliriz. Örneğin çocuk sahibi olmak istiyorsak çocuklar bölümüne çocuk resmi koyabiliriz. Buna yazılar ekleyebiliriz. Çocuğumuz varsa onların resimlerini koyup, onlarla ilgili hayallerimizin resimlerini, yazılarını ekleyebiliriz. Eğitim bölümüne, gitmek istediğimiz okulun resmi, sertifika resimleri koyabiliriz. Sağlık bölümüne, sağlıklı olduğumuz bir resmimizi, bize sağlığı hatırlatan nesnelerin resimlerini koyabiliriz. Ev sahibi olmak istiyorsak ev bizim için ne anlam ifade ediyorsa o bölüme istediğimiz evin resmini, içinde olmasını istediğimiz eşyaların resmini koyabiliriz gibi..

Bu çalışma hem çok keyifli hem de mucizeler yaratan bir çalışmadır. Lütfen donelerinizi toplarken keyifli olduğunuz zamanları seçin. Bunu yaparken aklınızdan, en son ne zaman böyle bir şeyi düşündüm, bu resme bakarken içinde olmayı istediğim halde neden hayal edemedim, istediklerimi bir araya getirmeyi niye akıl etmedim ya da ben aslında şimdi farkettim böyle bir şey istediğimi gibi düşünceler geçeceğine eminim. Bu çalışma bittiğinde hissedeceğiniz o değişik duygunun inanın adı yok. Biraz huzur, biraz sevinç, biraz heyecan, biraz bir şeyi tanımlamış, somutlaştırmış olma hali karışımı bir duygu.. Yaşamalısınız!

Resimleriniz ile birlikte haftaya buluşmak üzere. Bulduklarınızı lütfen rastgele yapıştırmaya çalışmayın. Çünkü asıl mucizeyi yaratan, onları akan enerji kuralına göre dizip, yapıştırabilmektedir. Nasıl yapacağınız ile ilgili tüm incelikleri önümüzdeki yazımda sizinle paylaşıyor olacağım.

Görüşmek üzere..,

Sevgimle, iyilikle ve iyi kalın.



 

BERABERLİK OLSUN BİZİM OLSUN / Emre Şener

 Dün akşam oynanan maçta sizce Kasımpaşa mı yoksa Galatasaray mı galibiyeti kaçırdığına üzülmüştür ? Bana soracak olursanız Kasımpaşa 3
puan alamadığı için kahrolmuştur. Çünkü haftalardır öne geçip skoru koruyamayan Galatasaray, sanki galibiyet için değil de "beraberlik olsun bizim olsun" havası ile sahaya çıkmış bir görüntü sergiledi. Maç bittikten sonra bakıyorsun Kasımpaşa futbolcusu Eren Derdiyok 3 puan alamadıkları için sahanın ortasında çılgına dönüyor bir de Galatasaray oyuncularına bakıyorsun tepkisiz bir halde, skordan memnun bir hava içerisinde sahayı terkediyorlar.


      Geçmiş maçlara da baktığımız zaman Galatasaray'ın gol bulma yollarında bir sorunu yok, ligin en iyi hücum yapan takımı Beşiktaş kadar gol atmış. Fakat burada kesinlikle Burak Yılmaz'dan bahsetmiyorum. Antalyaspor maçında iki kere maçı koparamayan Burak Yılmaz, Kasımpaşa maçında da 3 net pozisyon yakaladı bir tanesini gole çevirdi, iki net pozisyonu harcayarak yine maçı koparamadı. Ama genel tabloya baktığımız zaman asıl ciddi sorun sürekli değişken olan savunma dörtlüsünde ve onların önünde ki ilk savunmacı yani Felipe Melo'nun yokluğu... Mustafa Denizli'nin Muslera'nın önünde ki dörtlüyü tekrar değiştireceğine inanıyorum.Tahminime göre Denayer dönünce stoper olarak görev alacak ayrıca Carole sol bek ve Hakan Balta ise Denayer'in yanına ikinci stoper olarak görev yapacak. Fakat bu dörtlüyü ne kadar değiştirirse değiştirsin Felipe Melo'nun yerine savaşçı bir oyuncu bulamayacak. Bunun tek çözümü ise devre arasında
yapılacak olan transferlerden sadece bir tanesi olacaktır.


      Dünkü oynanan maç için söylenenecek son söz ise; Kasımpaşa takım olarak çok iyi oynadı hatta çizgide verilmeyen golü de sayarsak hakemlerin kurbanı oldu. Kasımpaşa takımını ve yaptığı oyuncu değişiklikleri ile maça damgasını vuran Rıza hoca ve ekibini tebrik ederim..



TARİHTE BUGÜN / Serkan Çonkır

30 KASIM -1840 Napolyon Bonapart'ın cesedi St. Helene adasından Paris'e getirildi. -1872 Dünya futbol tarihinin ilk milli maçı Glasgow'da oynandı (İskoçya-0 İngiltere-0) -1909 - Osmanlı tarihiyle ilgili bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla Tarihi Osmani Encümeni kuruldu. -1919 Fransa'daki seçimlerde kadınlara ilk kez oy hakkı tanındı. -1925 Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun kabul edildi. -1925 Selahiyetsiz sarık ve ruhani kıyafet taşıyanların cezalandırılmasına ilişkin kanun çıktı. -1925 TBMM kürsüsünün arkasındaki duvara Hakimiyet Milletindir yazısı asıldı. -1930 Paris'teki bir film şirketinin düzenlediği uluslararası ses yarışmasının Türkiye bölümü, Cumhuriyet gazetesince gerçekleştirildi. Yarışmaya katılan 38 kişiden Hudadat Şakir Hanım, 20 Jüri üyesinden 16'sının oyuyla Türkiye Ses Kraliçesi seçildi. -1931 İktisadi Buhran Vergisi Kanunu kabul edildi. -1939 Macar Devrimi'nin önderi Bela Kun, Ukrayna'da kurşuna dizildi. -1948 Alman Komünist Partisi, Berlin'in Sovyetler Birliği'ne ait bölümünde şehir hükümeti oluşturdu. -1952 ABD ilk hidrojen bombasını Eniwetok Adası'nda patlattı. -1952 ABD'nin çift projektör kullanılan ilk 3-Boyutlu renkli filmi Bwana Devil ABD'de ilk kez gösterildi. -1959 Alfred Hitchcock'un başyapıtı Sapık çekilmeye başlandı. -1962 Birleşmiş Milletler'in genel sekreterliğine Birmanya'lı (diğer adlarıyla Myanmar veya Burma) eğitimci U Thant seçildi. U Thant, kurulduğundan bu yana BM'nin genel sekreteri oldu. -1966 Barbados, Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını ilan etti. -1967 Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti (Güney Yemen) kuruldu. 22 Mayıs 1990'da Kuzey Yemen'le birleşerek Yemen Cumhuriyeti adını almıştır. -1973 Anadolu, Çukurova ve Dicle üniversiteleri kuruldu. -1974 Etiyopya'da 3.2 milyon yıl önce yaşamış bir insanın iskeleti keşfedildi, buna Lucy (Australopithecus) adı verildi. -1979 Kurumlaşmış Irk Ayrımcılığı Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Uluslararası Sözleşmesi kabul edildi. Türkiye sözleşmeyi onaylamadı. -1982 Dünya'nın bugüne kadar en çok satan albümü, Michael Jackson imzalı Thriller yayınlandı. -1988 Tek tip elbise giyilmesine karşı cezaevlerinde yapılan açlık grevleri, beş cezaevinde anlaşmaya varılması üzerine sona erdi. -1990 - Zonguldak'ta 43 bin maden işçisi greve başladı. -1997 Genel nüfus sayımı ve seçmen yazımı gerçekleştirildi. Türkiye'nin nüfusu 62 milyon 865 bin 574 olarak belirlendi. -1999 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi PKK lideri Abdullah Öcalan için verilen idam cezasına ihtiyati tedbir kararı aldı. Mahkeme, Strazburg'daki yargılama sonuçlanana kadar infazın ertelenmesini istedi. -2007 İstanbul-Isparta seferini yapmakta olan, Atlasjet Havayolları'na ait 4203 sefer sayılı,MD-83 tipi yolcu uçağı, Isparta'nın Çukurören ve Kılıç köyleri arasında kalan Türbetepe mevkiinde düştü. Uçakta bulunan, 50 yolcu ve 7 mürettebattan kurtulan olmadı.


27 Kasım 2015 Cuma

ROTASYON / Andaç Saygan

Şenol Güneş maça,ligde son oynanan  Sivasspor maçının 11'inde 4 değişiklik yaparak başladı.Son lig maçında kadroya alınmayan ve dinlendirilen Gökhan Töre ile sezon başında attığı gollerle dikkati çeken Cenk Tosun'un yanı sıra Kerim Frei ve Necip Uysal'ı ilk 11'de sahaya sürdü. Sezon başından bu yana tüm resmi maçlarda forma giyen Mario Gomez'in yanı sıra Ricardo Quaresma ile Olcay Şahan'ı yedek kulübesinde oturtan Güneş, belindeki ağrılar nedeniyle Jose Sosa'yı da 18 kişilik maç kadrosuna almayarak rotasyona gitti. 
    Cenk Tosun bu akşam kendisini bir kez daha ispat etti. Oynasın yada oynamasın hep hazır ve şans geldiğinde bunu çok iyi değerlendiriyor. Cenk gerçekten hem iyi bir golcü hemde çok iyi bir profesyonel.Oynasın yada oynamasın her zaman hazır ve şans bulduğu zaman bunu en iyi şekilde değerlendiriyor. Ayrıca Gomez’in alternatifinin olduğunu bilmek takımın önemli bir gücü olarak ortaya çıkıyor. Necip bildiğimiz Necip. Yine görevini standartları içerisinde başarıyla yerine getirdi.Dün akşamın hayal kırıklığı ise maalesef kendinden beklenen gelişmeyi bir türlü gösteremeyen Kerim Frei idi. Evet bu sezon fazla forma şansı bulamadı ama dakika aldığı zamanlarda da hiç bir varlık gösteremedi. Neticede hepimiz daha iyi bir Kerim bekliyoruz. 
      Beşiktaş bu akşam maçı 2-0 kazanmış olmasına rağmen,o alışılagelmiş yüksek tempolu oyun görüntüsünden uzaktı.Oyunu kontrol eden,rakibine çok fazla müsade etmeyen ama kendiside vitesi çok fazla yükseltmeden rölantide oynayan bir Beşiktaş izledik bu akşam.Bunun sebebi belki rotasyon,belki de takımın İskenderbey karşısında kendisini fazla yormak istememesiydi.
        Neticede Beşiktaş istediğini aldı fakat Lizbon'un Lokomotiv karşısında almış olduğu galibiyet planları altüst etti.Çünkü asıl düşüncemiz bu akşam itibariyle grupta ki işimizi bitirmekti ama olmadı.Şimdi artık 90 dakikalık bir FİNAL maçı var. Beşiktaş 10 Aralık'ta Lizbon'dan en az 1 puan alarak gruplardan çıkmayı başaracak ve YÜKSEK UÇUŞUNA Avrupa semalarında devam edecektir..

Sevgi ve Saygılarımla....



İYİ SEYİRLER !... / Emre Şener

Sevgili okuyucular ;

    Bu haftaki yazıma Mustafa Denizli'nin takımının başında sahaya çıkmaması ile başlamak istiyorum. Burada karşımıza iki soru çıkıyor ; Mustafa Denizli yeni takımı olan Galatasaray'a mı güvenmiyor yoksa kendine olan özgüveni mi yok ? O kadar ilginç ki başka bir ülkeden yabancı bir hoca gelse belki takımın ilk maçını tribünde izleyip
tanımak ister, yeni takımının hatalarını ve doğrularını analiz etmek ister, en azından yenilirse tepki almamak için riske girmek istemez.


Fakat Mustafa Denizli gibi Galatasaray'ı  çok iyi tanıyan, her hafta televizyonda ve gazetede maç öncesi ve sonrası analizlerini yapan yeni teknik adam tribünde oturarak seyirci kalıyor. Peki geçmişe baktığımızda beğenmediğimiz Roberto Mancini: " Takımı bir günde maça hazırlamak handikap ama Juventus'u iyi tanımam avantaj olabilir " diyerek sahaya çıktı. Sen de Galatasarayı iyi tanıma avantajını kullanarak sahaya çıkabilirdin. Demek ki sorunun cevabı; hem kendine hem de takımına güvenmiyorsun !....

    A.Madrid maçına dönecek olursak ; eminimki benim gibi çoğu taraftarın da üzüldüğü dünkü yenilgi değildi. Sahada kendine güveni olmayan, mücadeleden noksan ve ruhunu ortaya koyamayan bir takımın olmasıydı. Şampiyonlar ligine devam etmek için olması gereken tek şey mutlak bir galibiyetti. Ama maçın tamamına baktığımız zaman Sneijder'in girdiği gol pozisyonu dışında hiçbir etkisi olmayan Galatasaray izledik. Sahada 90 dakika boyunca kendi sahasında sürekli baskı gören bir Galatasaray ile hızlı ve akıllı oynayan bir A.Madrid takımı vardı. Çoğu maçta olduğu gibi A.Madrid maçında da övünebileceğim tek oyuncu Muslera'ydı ve belkide takımını tarihi bir farktan kurtardı.



Bugün Ne Olmuş? / Serkan Çonkır

27 KASIM -1526 Kanuni Sultan Süleyman, Avusturya seferine çıktı. -1909 Thomas Edison ilk sesli film gösterisini yaptı. -1919 Bulgaristan, Müttefikler ile barış anlaşması imzaladı. -1922 Lalapaşa'nın kurtuluşu. -1923 Şark Demiryolları grevi sona erdi. -1924 Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası başkanlığına Kâzım Karabekir Paşa seçildi. -1936 Millet Meclisi Hatay davasını Milletler Cemiyeti'ne götürmeye karar verdi. -1942 Alman orduları, Toulon Limanı'na girerken; buradaki Fransız donanması kendini yok etti. -1943 Amasya, Çorum, Tokat, Ordu ve Kastamonu'da deprem oldu; 4016 kişi öldü, 23.785 ev yıkıldı. -1947 İstanbul İnönü Stadyumu açıldı. -1948 İstanbul'da 22 Kasım'da başlayan 1948 Türkiye İktisat Kongresi sona erdi. Kongrede, devletçilik politikası eleştirildi, özel girişimciliğin teşviki istendi. -1950 Kore'de Kunuri Savaşı başladı. -1967 Fransa Başbakanı General Charles De Gaulle İngiltere'nin Ortak Pazara girmesini veto etti. -1961 İstanbul polisi bacağında Moskova yazılı kâğıt bulunan kargayı nezarete aldı. -1967 ABD Başkanı Johnson'un Kıbrıs Özel Temsilcisi Cyrus Vance, üçüncü kez Ankara'ya gelerek Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile görüştükten sonra Türkiye'nin yeni önerilerini götürdü. Yunan cuntasından kesin cevabını vermesi istendi. -1970 Atatürk Kültür Merkezi (O zamanki adıyla İstanbul Kültür Sarayı), Arthur Miller'ın Cadı Kazanı adlı eseri sahnelenirken yandı. Kullanılamaz hale gelen bina tekrar açılacağı 1978 yılına kadar kapalı kalacaktır. -1976 CHP, Sosyalist Enternasyonal'e üye olacağını açıkladı. -1978 PKK, Diyarbakır ilinin Lice ilçesine bağlı Fis köyünde kuruldu. -1981 Ankara'da 901 öğretim üyesi Yüksek Öğretim Kanunu'na karşı çıktı. -1998 Aydınlık Türkiye Partisi kuruldu. -1990 Birleşik Krallık'ta yapılan seçimler sonucu John Major başbakan oldu. -1990 İlk iki eşcinsel erkeğin evliliğinden doğum gerçekleşti. Alternatif dünya eşcinseller günü olarak da kabul edilir. -1994 Özelleştirme İdaresi Başkanlığı kuruldu. -1996 Diyarbakır, Bingöl, Tunceli, Bitlis, Hakkari, Mardin ve Siirt'in kırsal kesimlerinde sürdürülen operasyonlarda 52 PKK'lı öldürüldü, 5'i sağ yakalandı. Çatışmalarda 7 güvenlik görevlisi öldü. -2001 Hubble Uzay Teleskobu, Güneş Sistemi dışındaki Osiris adlı bir gezegenin hidrojenden oluşmuş bir atmosfere sahip olduğunu keşfetti. Bu Güneş Sistemi dışında keşfedilmiş ilk atmosferdir.



26 Kasım 2015 Perşembe

Gökten iner apışır, Her adama yapışır / Fatih Balcı

KIBRIS TÜRK TOPLUMUNDA ÇOCUĞUN ADININ VERİLİŞİNE YÖNELİK UYGULAMALAR VE TÜRK DÜNYASINDA GÖRÜLEN UYGULAMALARLA MUKAYESESİ “Gökten iner apışır, Her adama yapışır”

Bu makalede Kıbrıs Türk toplumunda mevcut bulunan çocuğa ad verme geleneğine yönelik uygulamaların ve inanmaların diğer Türk topluluklarıyla mukayese edilmesi amaçlanmıştır. Dinlere, dillere, yörelere, tarihî şartlara, zevk ve duyuşlara zamana bağlı olarak ad verme uygulamaları karşımıza çıkmaktadır. Kıbrıs Türk toplumunda çocuğa aile büyüklerinin, tarihteki büyük insanların veya din yönünden önemli şahsiyetlerin adları, doğduğu günün anlam ve önemini belirten vb. adlar verilmektedir. Adlar çeşitli inanmaları ve uygulamaları da beraberinde getirmektedir. Bu geleneğin ilk kaynağının Orta Asya olduğunu mevcut destanlarımızdan anlayarak bunların mukayese yoluna gidilmiş ve ad belirlenirken Kıbrıs Türk toplumunda, Anadolu’da ve Türk topluluklarında uygulanan pratikler ve inanmaların birbirleriyle benzerlik gösterdiği görülmüştür. Biz burada doğum sonrası aşamasında gerçekleşen “ad verme” ile ilgili inanma ve uygulamaları diğer Türk toplumları ile mukayese etmeye çalışmaktayız.

Kıbrıs Türk Toplumunda ve Türk Topluluklarında Çocuğa Ad Verilmesine Yönelik Uygulamalar

Yeni doğan çocuğa “ad verme” , doğumdan sonra çocuğun anne babasıyla ailedeki diğer bireylerle, toplumun diğer üyeleriyle ilişkilerini kuran, düzenleyen âdetlerden, törenlerden, pratiklerden bir tanesidir. Her toplumun tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde geliştirdiği ve bundan beslenen bir ad verme geleneği mevcut bulunmaktadır. Ad verme geleneğinin yaşamadığı bir toplumdan söz etmek mümkün gözükmemektedir. Ad vermek yasalarla da zorunlu tutulmaktadır. Ad verilerek kargaşa, karışıklık, yanılma ve yanlışlıklar önlenmektedir. Çocuğa ad vermek normal bir işlem olmadığı için birtakım kutlama ve kutsamaları beraberinde getirmektedir.

Kıbrıs Türk toplumunda önceleri ad koyulacağı zaman çocuğun kulağına ezan okunur, ne ad verilecekse çocuğun kulağına üç kez bağırılırdı, bugün ise bu pratik kısmen uygulanmaktadır. Yine çocuklara dedelerinin ve ninelerinin ya da kendi soyundan birinin adını vermek en yaygın olanıdır. Kalabalık ailelerde önce bu isimlerin verilmesi tamamlanır, sonra yeni isimlerin verilmesi gerçekleştirilir.

Erdoğan Saraçoğlu çocuğun adının doğduğu günün veya gecenin özelliğine göre de verildiğini belirtmektedir. Arif, Arife, Cuma gibi... Yine çocuğun adının, doğumundan itibaren üç gün içinde verilmesi de âdettendir. Aile büyüklerinin çocuğun adını belirlediği gibi, çocuğun ebesi de göbek adını koyardı.

Türk geleneğinde çocuğun korunması, sosyal hayatta iyi ve başarılı bir insan olması için, doğumdan sonra alınan tedbirlerden biri de ad vermedir. Bu geleneğin ilk kaynağının Orta Asya olduğunu mevcut destanlarımızdan, hikâyelerimizden ve etnografik-folklorik incelemelerden anlıyoruz. Kişiliği oluşturan özelliklerden biri olarak kabul edilen ad, sadece sosyal bir kişiliği temsil etmez; aynı zamanda mistik bir kuvveti de ifade etmektedir. Onun için yeni doğan çocuğa gelişigüzel bir ad verilmez; verilen adın çocuğun geleceğini, karakterini, toplum içindeki yerini ve başarısını etkileyecek, damgalayacak sembolik bir öz taşımasına dikkat edilir. Eski Türker’de oğlan çocuğuna uzun zaman hiç ad verilmediğini veya verilen ilk adının ömrünün sonuna kadar kalmadığını; geçici bir ad olarak verildiğini destanlarımızdan öğrenmekteyiz. Çocuk önemli bir iş başardığı zaman, delikanlılık çağına geldiğinde ya yaptığı önemli işi hatırlatan ya da ilerisi için bir dilek anlamını taşıyan bir ad verilirdi. Buna ‘‘er at’’(erkek adı) derlerdi. Türkler islam dinine girdikten sonra bu gelenek gitgide gücünü yitirmiştir.

Çocuğun ad kazanması için ya bir olağanüstü iş başarması yahut düşmana karşı baş kesip kan dökmesi, yani bir kahramanlık göstermesi gerektiği Dede Korkut boylarında karşımıza çıkmaktadı.

Dede Korkut Kitabı’nda Kam Büre oğlu Bamsı Beyrek hikâyesinden öğrendiğimize göre; İstanbul’dan dönen bezirgânlara kafirler saldırır ve mallarına el koyarlar. Bezirgânlardan biri kaçar ve önüne çıkan bir yiğitten yardım ister. O yiğit kâfirleri yakalayıp malları kurtarır. Önce yiğit, sonra bezirgânlar Pay Büre Bey’in evine gelirler. Çocuk baş keserek kan döktüğü için Dede Korkut gelip ona Bamsı Beyrek adını verir. Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde ise Dirse Han’ın oğlu boğa ile güreşir ve onu öldürür. Çocuğa ad koymak, taht ve beylik istemek için Dede Korkut gelir. Babasından taht ve beylik alarak oğlana, boğayı öldürdüğü için Buğaç adını verir.

Türk destanlarında da hanın veya beyin oğlunun adını ‘‘boz atlı bir erin” peyda olup adını verdiğini bilmekteyiz. Bunu Manas Destanından bir örnekle açıklamak mümkündür. Kırgızların Manas Destanı’nda Kara Han’ın çocuğuna büyük bir düğün yapılıyor. Kara Han, kara sakallıları, genç yiğitleri, çocukları; ilini ulusunu topluyor. Onlardan çocuğa ad koymasını istiyor. Ancak, toplanan halk ad bulamıyor. O arada ak boz atlı bir ihtiyar, elinde asasıyla geliyor. Kara Han’ın karşısına dikilerek, çocuğu eline alıyor ve ‘‘Şu tepenin etrafını kızıl söğütler bürüsün! Tanrı ona yar olsun! Evin etrafı çepeçevre ev gibi kızıl söğütlerle çevrilsin! Ulu Hızır ona yar olsun! Manas’tan kalan miras, Semetey Han olsun bu! Diyerek gözden kaybolur.

Çocuklara iki ad verme geleneği de mevcut bulunmaktadır: Biri ‘‘Kütük-has-ezan’’ adı, diğeri ise ‘‘Göbek-küçük’’ adıdır, göbek adını çocuk doğduktan sonra ebesi vermektedir, göbek kesilmeden ad verilmediğine göre de göbek adı çocuğun ilk adıdır diyebiliriz. Anadolu’da ve Kıbrıs Türk toplumunda adla ilgili olarak âdetler ve inanmalar doğrultusunda çocuğa verilen adları dar anlamda tasnife tâbi tutmamız mümkün olmakla birlikte diğer yazımızda bu konuyu değineceğiz.




25 Kasım 2015 Çarşamba

100gr. İnşallah / Halil Artur

Hayatımızda yaptığımız bir çok hesap ve seçim, daha henüz oluşum aşamasında pekala hayal kırıklıkları ile sonuçlanabiliyor. Bu hayal kırıklıkları; aslında yapılan planlara ters bir şekilde anlık gelişen olaylar döngüsü gibi görünse de her biri, birer psikodrama başlıkları altında incelenmesi gereken ve hayatlarımıza inceden izler bırakan ağır travmalar. (Çok ciddi giriş…)

 

Ama tabii ki siz

eğer;

 

A’lıkkağıt verip, sonuçların asıldığı panoda C- görünce küçük bir kasabada pastacı açmayı hiç düşünmedinizse…

Özene bezene hazırlandığınız ilk buluşmaya giderken Haziran ayında föne karşı fikirde olabilecek tüm doğal afetlerio saatler içinde yaşayıp, 3 numara saç sevginiz (kadın olsanız bile) daha daartmadıysa…

Uzun süredir planladığınız bir buluşmada muhabbetin en güzel yerinde (heyecandan) tuvaletiniz için unisex olan lavabo kuyruğunda kendinizi ilerlemeyen metrobüs kuyruğunda sanıp, geceyi bitirme konuşması hazırlamadınızsa…

Sosyal mecralardan muhabbeti ilerletip ‘’kader denk getirdi’’ hayalleri kurup,Instagramhesabında ki gerçeklerle yüzleşince Steve Jobs, Mark Zuckerberg gibi adamlara bela okumadınızsa…

Hoşlandığınız kızında katılma olasılığı heyecanı ile gittiğiniz partide, hoşlandığınız kızın arkadaşının sizden hoşlandığını duyup,hoşlandığınız kızın yanında ‘ben konu ilişki olunca öküzün tekiyim’ cümlesi kurmak zorunda kalmadınızsa…



‘Oh köprü trafiği sol şeritte akıyor’ cümlesine yaktığınız sinyal ile şerit değiştirip, aniden geçtiğiniz şeridin ölümlü kazaya sahip bir yol gibi kala kalmasından dolayı ‘köprüden atlasam ölür müyüm?’ fikri sizde hiç uyanmıyorsa…

Günün yorgunluğunu atmak için girdiğiniz duşta ilk şampuan köpürtmesiyle, şampuanlı göz arasından soğuk sıcak ayarını tutturamadığınız musluğa eğiliptwerkhareketleri yapmıyorsanız…

Yorgun gecenin koynunda laptopun başında ona bir iki satır yazabilmek için parçaladığınız Cemal Süreyaedebiyatı, en güzel yerinde laptopun aniden mavi ekrana dönüşmesiyle Darwin evrim teorisindeki ilk adama dönüyor ve siz yine de renk skalasından maviyi hala çıkarmıyorsanız…



,


ve sayamayacağımız daha bir çok tuhaflığın size uğramadığını düşünmüyorsanız yazının devamı sizler için değil. Buradan sonra sizinle vedalaşıyoruz. Zira sizler bu dünyada azınlığı teşkil ediyorsunuz.

Evet kaldık mı biz psikolojik sorunlarımız olduğunu düşündüğümüz insancıklar baş başa. Öncelikle yalnız değilsiniz. Yalnız değilsiniz çünkü emin olun bu ve bunun gibi tuhaflıklar, hevesi kursağında kalmalar insanlık tarihinde hep var. ‘Yaşamıyorum böyle tuhaflıklar hayır hayır’ diyen zaten tuhaflığı bu cümleyi kullanırken yaşıyor! (Cümle düşük)

Durum şu ki; size böyle durumlarda ne yapacağınızı anlatabilecek donanıma henüz erişmiş (ilerde erişir miyim umudundan yoksun kalmak istemem) değilim. Fakat ne yapmayacağınız konusunda hissi kablel vuku ile demem o ki; ‘Sizler plan yaparken yukarıdaki size gülümser’ o yüzden boşverin. Yalnız olmadığınızı bilmek bile bir tebessümü hak eder.



MEŞİN YUVARLAK / Dilruba Osmanağaoğlu

Futbol dünyası ile çok erken yaşta tanıştım. Rahmetli babacığım, memleketimin güzide futbol kulübü olan Hopaspor'un defaten yöneticiliğini yapmış biri idi ve takım ile deplasman maçlarına da giderek futbolcularla hep yakından ilgilenirdi. Dolayısıyla baba aşığı bir kız çocuğu olarak her yerde olduğu gibi maçlarda da peşindeydim.

 

O zamanlar futbolun prensipleri ile ilgilenmezdim elbette. Tek gördüğüm stadyumdaki o coşku ve heyecan peşinde sürüklenen insan topluluğuydu. Zaman içerisinde antrenmanlara gidip geldikçe, topa ayağımı vurdukça, futbolcu abilerim ile haşır neşir oldukça futbola olan ilgim yerini futbol sevgisine bıraktı. Artık maç izlemenin yanısıra mahalle maçlarına bile girip oynar olmuştum. Komşu ilçelerin ve illerin maçlarına giden, 3 büyükler (BJK, FB, GS) tanımlamasını bozan ilk Anadolu takımı Trabzonspor'u sahasında seyretmeyi tercih eden bir ortaokul öğrencisiydim artık.

 

Bordo - Mavi'li Trabzonspor'u sahasında seyretmeme ve bir Karadeniz kızı olmama rağmen sevdamın renkleri farklı oldu o dönemlerde.

 

İlkokul sıralarında tanıştığım futbola, bir meşin yuvarlak peşinde koşan 20 kişi ve kale ağlarına o yuvarlağı sokmamak için 90 dakika ayakta dikilen 2 kişinin birlikte oynadığı bir oyun olarak bakmadım hiç. Nedendir bilmem, nasıl oldu hatırlamam ama çocukluğumdan beri içinde olduğum futbol ve ona olan ilgim, tükenmeyen bir GALATASARAY sevdasına döndü. Maçları, Galatasaray Lisesi mezunu abisi ve onun arkadaş grubu ile Ali Sami Yen Stadyumu'nda numaralı tribünde seyreden bir genç kız olmuştum artık. Sarı - Kırmızı renklere bürünmüş halde stadyumda maç izlemek, bütün taraftarlar ile birlikte aynı tezahüratı etmek, maç sonlarında skor ne olursa olsun hala bağıra çağıra gönül verdiğim Galatasaray'a destek olmak hafta sonlarımın vazgeçilmezi olmuştu.

 

9 Kasım 1988'deki unutulmaz NeutchatêlXamax maçı ve sonrasındaki yaşanan heyecanlı bekleyiş, 15 Mart 1989'da Prekazi'nin Monaco'ya attığı o muhteşem 35 metre golü, 2000 yılındaki UEFA Kupası ve hemen ardından UEFA Super Kupası, nice şampiyonluklar, Türkiye Kupaları, 4.yıldız, tarihe geçen transferler, yaşanan heyecan, coşku ve gururlu anlar...

 

Ali Sami Yen ile başlayıp, Metin Oktay gibi yüreğini sahaya koyan bir adam ile devam eden, Turgay Şeren, Coşkun Özarı, BorisNikolof (ilk teknik direktör), Emin Bülent Serdaroğlu (ilk Türk teknik direktör), Horace Armitage (şampiyon yapan ilk teknik direktör), JuppDerwall, Karl-HeinzFeldkamp, GraemeSouness (sahanın ortasına GS bayrağı diken teknik direktör), Michael Skibbe, Frank Rijkaard, Mircea Lucescu (UEFA Super Kupası alan teknik direktör), Fatih Terim (futbolculuğuna ek olarak, üst üste 4 kere şampiyon yapan, UEFA Kupası alan ve 6 kere Süper Lig şampiyonu yapan teknik direktör), AbelLuis da SilvaCostaXavier, AdrianIlie, Carlos AlbertoOliveiraCapon, Dean Saunders, FalcoGötz, Frank de Boer, Roman Kosecki, Tarık Hocic, MarioJardel, Yusuf Altıntaş (Rambo), FarydMondragon, Gheorghe Popescu, CevadPrekazi, ReinhardStumpf, FranckRibery, RigobertSong, CláudioTaffarel, TobiasLinderoth, Van Gobbel, Tanju Çolak, Lincoln, Milan Baros, Kubilay Türkyılmaz, Uğur Tütüneker, Arif Erdem, ZoranSimoviç, Hasan Şaş, Ergün Penbe, Ümit Davala, Ümit Karan, Suat Kaya, Bülent Korkmaz, GheorgheHagi, Hakan Şükür, Cassio Lincoln, Harry Kewell, FelipeMelo, FernandoMuslera, Arda Turan, Burak Yılmaz, DidierDrogba, WesleySneijder, LukasPodolski ve hafızamda yer eden GS forması giymiş nice adam...

 

Ve elbette stadyumda hep bir ağızdan takımına destek veren, Galatasaray'a gönül vermiş, ömür adamış nice Aslan Parçası...

 

41 kere Maşallah'lık olan yaşıma rağmen hala Galatasaray sevdam ve taraftarlığım devam ediyor. Artık Türk Telekom Arena Ali Sami Yen Spor Kompleksi'nde seyrediyorum Galatasaray'ımı. Hala hafta sonları en az 3 futbol maçı izliyorum. Hangi ligde olduğuna bakmaksızın hem de. Tribünden gelen arkadaşlıklarımla hayatı paylaşmaya hala devam ediyorum. El Clasico'da Real Madrid'i değil, Barça'yı destekliyorum. Futbolu karalayan, centilmenlik dışı hareketleri desteklemiyorum. Siyasetin ve rant kavgalarının futbola ve sporun hiç bir dalına puan kaybettirmesini istemiyorum. Hayatın her alanında olduğu gibi futbolda da şiddete karşıyım. Galatasaray'ımdaki kötü yönetim ve futbolcuların gidişatındaki bozukluklara üzülüyorum. Yine de her durumda, her sonuçta, her zaman ve her şeye rağmen "İyi ki GALATASARAY'lıyım" diyorum...

 

Bu kadar lafın üzerine merak edenleriniz varsa şayet; evet, ofsayt nedir bilen hatunlardanım...

 

Şöyle ki; bir futbolcu, karşı takımın kale çizgisine toptan ve sondan ikinci rakip futbolcudan daha yakın olduğu durumlarda ofsayta (off-side) düşmüş olur.

 

Hücum yapan takımın bir oyuncusu ofsayttaysa ve tabi hakemler tarafından fark edilmiş ve düdük çalınmış ise karşı takıma endirekt serbest vuruş verilir ve vuruş ofsaytın olduğu noktadan kullanılır.

 

Aaa... Endirekt serbest vuruş nedir diye de sormayın lütfen, onu da bir zahmet kendimiz öğrenelim her şeyi bilen Google'dan.

 

Selam, sevgi ve saygılarımla,

 


Empati Seferberliği ve Türkiyeli’nin Gözünden Kıbrıslı Türk Kimdir! / Mustafa Abitoğlu


Gerek Dünya’da gerekse Kıbrıs’ta oldukça yoğun geçen bir hafta geride kaldı..

 

Teknolojinin gelişimi ve özellikle akıllı telefonların giderek daha fazla hayatımıza girmesi ve yaygınlaşmasıyla tanıştık Sosyal Medya denen artık fenomen haline gelmiş olguyla..

 

Artık elinde bir akıllı telefonu, yada tableti olan herkesin gazetecilik yaptığı, haber içeriği ürettiği, bu içerikleri yaydığı, haberin bizzat kaynağı olduğu, geleneksel bildiğimiz medyanın ve gazetecilik anlayışlarının giderek ortadan kalkmaya başladığı, alabildiğine  belirsizliklerin egemen olduğu bambaşka bir çağda yaşıyoruz…

 

Evet, artık geleneksel medya değil, geleneksel medyanın da içerisinde olduğu sosyal medya belirliyor gündemi..

 

Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın düzenlediği 'zaman yönetimi' kursuna katılmıştım bundan birkaç ay önce.. Oradaki eğitmenin eğitime başlarken sarfettiği ilk sözler beni çok etkilemişti..

 

Değişim kaçınılmaz diyordu uzman Ebru Tekman… 

 

Çağımızın en temel olgusu değişimi anlamak, algılamak, içselleştirmek zorundayız diye devam ediyordu..!

 

Uluslararası şirketlerde çalışmış, büyük bir deneyim sahibi uzmanımıza göre, teknoloji daha da gelişecek, bilginin hızı bırakınız azalmayı her geçen gün daha da artacağından buna hazırlıklı olmalıydık... 

 

Başarılı işletmeleri karakterize eden stratejik akıl ve yönetimin tezahürü orta ve uzun vadeli stratejik planlamanın artık geçerliliğini yitirdiğinin altını çizerek gerek işletmelerin gerekse bireylerin her an kendini değiştirmesi, yenilemesi, bildiği, geçerliliğini yitirmiş tüm bilgilerini unutup yeniden yeni şeyler öğrenmeye açık olmamaları halinde yeni çağa ayak uydurmalarının çok güç olacağını vurguluyordu ısrarla...

 

Diyeceğim o ki değerli dostlar, bilgi öylesine inanılmaz bir hızla akıyor ki yakalayabilene aşkolsun..!

 

Sosyal medya olgusuna derinlemesine bakacağız ilerideki yazılarımızda… 

 

Yazının başında belirttiğim gibi, baş döndürücü bir hızla geçen sıra dışı bir haftayı geride bıraktık.. Bilgisayarımın başına geçip gazetemiz için yazı hazırlamaya başladığımda konuların çokluğu karşısında irkildim önce..

 

Önce Fransa’nın kalbine yapılan İŞİD saldırılarıyla derinden sarsıldı dünya..

 

Saldırılar tüm dünyada, pek tabii sosyal medyada manşetlere konu olup an be an konuşulup tartışılırken dünyadaki tüm sosyal medya kullanıcıları tarafından, bu satırların yazarı da terörizm ve yeni dünya düzeni konulu bir yazıyı gazetemiz için kaleme almayı tasarlıyordu kafasında…

 

Bir yandan yoğun iş temposu bir yandan da sürekli sosyal medya takibi esnasında Kıbrıs’ta KKTC’nin kuruluşunu kınama etkinliği düzenleyen aşırı ırkçı ELAM üyelerinin Kıbrıslı Türklere saldırıları sosyal medya gündemine bomba gibi düşüyordu.. 

 

Şaşırmış, afallamış, kararsız kalmıştım..

 

Hang konuyu yazacaktım? Kafam karmakarışıktı… Ben bunları düşünürken insanlar inanılmaz bir hızla tartışıp yeni değerlendirişlmeye muhtaç olgular yaratıyordu..

 

Abandone olmuştum artık.. Yazıyı yazmalıydım nolursa olsun!

 

Tam yazıyı yazmaya karara vermemin memnuniyetini taşırken, Türkiye’nin suyun vanalarını kestiği haberi Diyalog gazetesi imzasıyla ‘zaman tünelime düşüverdi..!

 

Kalam allak bullak olmuştu! Bayram değil seyran değil bu haber nereden çıkmıştı…?

 

Haber inanılmaz bir hızla paylaşılıyor, henüz doğrulama yada yalanlama açıklaması yapılmadan Türkiye medyasına bomba gibi düşüyordu..!

 

Tahmin edeceğiniz üzere benim okuryazar (!) Türkiyeli insanım kısa sürede biz Kıbrıslı Türkleri  ‘nankör’ , ‘sütü bozuk’ ‘besleme’ gibi bilindik sıfatlarla suçluyor, öfke hatta nefret kusuyordu!

 

Kıbrıslılar da boş durmuyordu pek tabii ki.. Türkiye’ye karşı ağza alınmayacak küfür ve hakaretler, isyanlar peşi sıra sosyal medyada dolaşmaya başlamıştı..

 

Ezan tartışmalarıyla başlayan, esasen çok önceleri besleme kriziyle tetiklenen Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımı körüklenmiş, Türkiye’nin bu onur kırıcı yayınlardan sonra Kıbrıslı Türkleri kaybetme riski Kıbrıslı Türklerin kabaran öfkeleri karşısında daha fazla beliriyordu..

 

Empati lazım diye mırıldanıyordum kendi kendime ve yazıyordum sosyal medya hesaplarımda.. 

 

Tam diğer tüm yazı konularını bir tarafa bırakıp bu krizi kaleme alarak taraflara yeni bir sağduyu çağrısı yapmayı planlıyordum ki günümüzün internet fenomenlerinden Ekşi Sözlük’te bir Türkiyeli’nin yazdıkları yüreğime su serpti…

 

 

Lafı uzattım biliyorum.. Daha fazla uzatmadan dilerseniz sözü bu Türkiyeli dosta bırakalım..

 

İnanın ben daha iyi anlatamazdım…

 

İşte bir Türkiyeli’nin gözünden Kıbrıs ve Kıbrıslı Türkler…

 

Okuyun okutun!

 

Buyrun…

 

'1,5 sene iş için çok sık gidip, fazlaca zaman geçirdim kıbrıs'da. haliyle çok çeşit arkadaşlarım oldu. anası,babası,dedesi kıbrıslı olandan tut, türkiye'den seneler önce göç edip oraya yerleşmiş olana, milletvekili olandan tut, devlet memuru olan bir çok insan... ilk başlarda ön yargılı ve kızgındım "nasıl bizi sevmezsiniz lan ibineler" diye.bir süre kimseye türkiye'yi neden sevmediğini sormadım. tarafsız bakmak için kendim izlemeye başladım. önce gözlemlediklerimi yazayım. 

*ada içinde kolay kolay polis göremezsiniz. görseniz bile yanına gidip kafanıza göre geyik yapabilirsiniz. yani korkulan bir figür değildir orada polisler. bir olaya gitmedikleri sürece siren sesini kolay kolay duymazsınız. 

*bazen iş çıkışları 15-20 dakikalığına, kavşaklardan dolayı trafik sıkışır. bir tane insan evladı basmaz o kornaya. ya da kuyruktan çıkıp sıranın önüne dalmaya çalışmaz. 

*kıraathane kültürleri yoktur. kahve yerine akşamları arkadaşlarıyla buluşmayı, spor yapmayı veya dağa bayıra tırmanmayı severler. 

*en zenginiyle en fakirini aynı cafe içerisinde görebilirsin. ve tanımıyorsan da ayırt edemezsin. mütevazi insanlardır çoğunluğu. istanbul'dan ismi cismi olan çok lüks işletmeler gidip oraya mekanların aynılarını açtılar ama hepsi iş yapamayıp kapandı. çünkü salaş ortamları severler. 

*yaya geçidine ayağını basar basmaz durur arabalar. örneğin o gün çok dalgınsın ve yaya geçidine sağına soluna bakmadan atladın.. korkma 5 mt gerinde çoktan durmuştur arabalar. koşmana da gerek yok. sadece yürü.. emin ol bekleyecekler ve beklerlerken " hadisene lan .........." demeyeceklerdir. diyorum ya mümkün değil bu durumlarda korna sesi duyamazsın. 

*çoğunun eğitim düzeyi yükseklerdedir. tabi bunda ingiltere'nin de payı vardır. 

*bahçesi yola bakan mekanlar, akşam dükkanlarını kapatıp giderler. almazlar yani içeri masalarını sandalyelerini. kimse çalmaz mallarını.

*yemek yeme kültürleri muhteşemdir.rakı içerler ama daha çok viskiyi severler. özellikle black label. 

*biri kaza yapıp öldüğünde ortalığı ayağa kaldırırlar. yani bizdeki gibi 100 kişi tek seferde ölse, ada'yı yıkarlar. ......... o ada'nın. 

*gazetelerini açtığında içini parçalayan haberler göremezsin. 1-2 siyaset haberi dışında kalan haberlerin çoğu ahmet'in köpeği kayboldu,mehmet'in arabasının rengi çok hoşmuş,kanserli hastalara yardım konserine gelin tadındadır. 

*mekanda bir milletvekili gördüğünde eğer tanışıklığınız varsa kalkar masana kadar gelir. hürmet gösterir. sanki 40 yıllık dostunmuş gibi sohbet eder. göremezsin yani ben milletvekiliyim ......... tarzını. 

kötü huyları yok mu? var tabi. ama inanın yazmaya değmeyecek, dile getirilmeyecek azınlıkta. 



bunları gözlemledikten sonra hikayesini okudum. ne olmuştu 74'de,öncesi de var mıydı? diye.sonra sevdiğim bir abimin babasıyla sohbet ettik konu üzerine. 

evet ülke olarak 11 senenin sonunda ( 11 sene uğraşmışlar türkiye gel bizi kurtar burada iyi değiliz diye ) kaddafi'nin yardımlarının da etkisiyle abileri kurtarıyoruz. orada anlatılana göre türk askeri bildiğin tüm ada'ya yürümüş. sıka sıka,ala ala gidiyormuş. sonra yukarılardan bir yerlerden bir emir gelince durmuşlar ve şuan bildiğimiz sınırlar çizilmiş. bu arada dede bunları anlatırken hala heyecanlı ve hala türkiye cumhuriyeti için şükran ve minnet dolu. neyse sonra özal geliyor ziyarete. ( onun anlatmasına göre ) karşılayanlardan biri de bu dedemiz. ( üstüne basa basa söylüyorum bu onun hikayesi. herhangi bir yorum katmıyorum) özal gelince, halkın önde gelenleri soruyorlar tabi.. " şimdi ne yapalım?sayenizde kurtulduk.şimdi ayağa kalkma zamanımız. biz tarıma, hayvancılığa başlayalım diye düşünüyoruz. bize nasıl yardımcı olabilirsiniz?" özal da demiş ki " ne gerek var canım.. biz size bakarız. girin devlet kadrolarına.." ( bu kısmı kısa kesiyorum) ve bu noktaya getirmek için de devlet memuruna zamanında ciddi maaşlar vermişler. kiminiz " ee yapmasalarmış, kabul etmeselermiş" diyebilir. olabilir.. o kısımla ilgilenmiyorum. sonu olmayan bir tartışma çünkü. 

neyse sonuç olarak günümüze kadar bağımlı bir şekilde gelmişler. bu arada türkiye cumhuriyeti'de sürekli "size biz bakıyoruz aç köpekler. istediklerimizi yapacaksınız." muamelesi yapmış adamlara süre gelen tüm hükümetler.. 

bugün bu adamlar.. tamam kardeşim 40 yıl evvel bizi kurtardın. hala da yardımını eksik etmiyorsun eyvallah demekteler. ama gel buna çözüm bulalım. tam bağımsız olalım. siz de bize bakmak zorunda kalmayın. demekteler. ee senelerdir yatırım yapan Türkiye'nin de bu işine gelmemekte. ki normaldir. burası da pek uzatılacak bir nokta değil. çünkü bu kavganın da sonucu yok. 

kısaca sevme veya sevilmeme önce böyle başlar.. sonra da yukarıda yazdığım davranış şekillerine kadar gider. 

sizce anlattığım gibi yaşayan bir millet, tam tersini yapan bir milletten hoşlanır mı? ben hoşlanmıyorum lan. adam neden hoşlanıp sevsin? sırf 74'de onları kurtardın diye mi?

arabada son ses müzik açıp kızlara laf atan, milleti dolandırmaya çalışan, hırsızlık yapan, tecavüz eden, adam öldüren kişilerin hepsi türkiye'den giden adamlar.. evlat olsan sevilir misin ..........?



edit: asıl konuyu atlamışım. su mevzusu... düşün şimdi rusya geliyor sana ve diyor ki "hocam boruyu döşedik size ama yetmez bundan sonra mockba holding işletecek gazınızı. ne istiyorlarsa yapacaksınız" kabul eder misin? etsen de sinire kesmez misin? kessen de ....... demez misin? '