Gerek Dünya’da gerekse Kıbrıs’ta oldukça yoğun geçen
bir hafta geride kaldı..
Teknolojinin gelişimi ve özellikle akıllı telefonların giderek daha fazla
hayatımıza girmesi ve yaygınlaşmasıyla tanıştık Sosyal Medya denen artık
fenomen haline gelmiş olguyla..
Artık elinde bir akıllı telefonu, yada tableti olan herkesin gazetecilik
yaptığı, haber içeriği ürettiği, bu içerikleri yaydığı, haberin bizzat kaynağı
olduğu, geleneksel bildiğimiz medyanın ve gazetecilik anlayışlarının giderek
ortadan kalkmaya başladığı, alabildiğine belirsizliklerin egemen olduğu
bambaşka bir çağda yaşıyoruz…
Evet, artık geleneksel medya değil, geleneksel medyanın da içerisinde
olduğu sosyal medya belirliyor gündemi..
Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın düzenlediği 'zaman yönetimi' kursuna
katılmıştım bundan birkaç ay önce.. Oradaki eğitmenin eğitime başlarken
sarfettiği ilk sözler beni çok etkilemişti..
Değişim kaçınılmaz diyordu uzman Ebru Tekman…
Çağımızın en temel olgusu değişimi anlamak, algılamak, içselleştirmek
zorundayız diye devam ediyordu..!
Uluslararası şirketlerde çalışmış, büyük bir deneyim sahibi uzmanımıza
göre, teknoloji daha da gelişecek, bilginin hızı bırakınız azalmayı her geçen
gün daha da artacağından buna hazırlıklı olmalıydık...
Başarılı işletmeleri karakterize eden stratejik akıl ve yönetimin tezahürü
orta ve uzun vadeli stratejik planlamanın artık geçerliliğini yitirdiğinin
altını çizerek gerek işletmelerin gerekse bireylerin her an kendini
değiştirmesi, yenilemesi, bildiği, geçerliliğini yitirmiş tüm bilgilerini
unutup yeniden yeni şeyler öğrenmeye açık olmamaları halinde yeni çağa ayak
uydurmalarının çok güç olacağını vurguluyordu ısrarla...
Diyeceğim o ki değerli dostlar, bilgi öylesine inanılmaz bir hızla akıyor
ki yakalayabilene aşkolsun..!
Sosyal medya olgusuna derinlemesine bakacağız ilerideki
yazılarımızda…
Yazının başında belirttiğim gibi, baş döndürücü bir hızla geçen sıra dışı
bir haftayı geride bıraktık.. Bilgisayarımın başına geçip gazetemiz için yazı
hazırlamaya başladığımda konuların çokluğu karşısında irkildim önce..
Önce Fransa’nın kalbine yapılan İŞİD saldırılarıyla derinden sarsıldı
dünya..
Saldırılar tüm dünyada, pek tabii sosyal medyada manşetlere konu olup an be
an konuşulup tartışılırken dünyadaki tüm sosyal medya kullanıcıları tarafından,
bu satırların yazarı da terörizm ve yeni dünya düzeni konulu bir yazıyı
gazetemiz için kaleme almayı tasarlıyordu kafasında…
Bir yandan yoğun iş temposu bir yandan da sürekli sosyal medya takibi
esnasında Kıbrıs’ta KKTC’nin kuruluşunu kınama etkinliği düzenleyen aşırı ırkçı
ELAM üyelerinin Kıbrıslı Türklere saldırıları sosyal medya gündemine bomba gibi
düşüyordu..
Şaşırmış, afallamış, kararsız kalmıştım..
Hang konuyu yazacaktım? Kafam karmakarışıktı… Ben bunları düşünürken
insanlar inanılmaz bir hızla tartışıp yeni değerlendirişlmeye muhtaç olgular
yaratıyordu..
Abandone olmuştum artık.. Yazıyı yazmalıydım nolursa olsun!
Tam yazıyı yazmaya karara vermemin memnuniyetini taşırken, Türkiye’nin
suyun vanalarını kestiği haberi Diyalog gazetesi imzasıyla ‘zaman tünelime
düşüverdi..!
Kalam allak bullak olmuştu! Bayram değil seyran değil bu haber nereden
çıkmıştı…?
Haber inanılmaz bir hızla paylaşılıyor, henüz doğrulama yada yalanlama
açıklaması yapılmadan Türkiye medyasına bomba gibi düşüyordu..!
Tahmin edeceğiniz üzere benim okuryazar (!) Türkiyeli insanım kısa sürede
biz Kıbrıslı Türkleri ‘nankör’ , ‘sütü bozuk’ ‘besleme’ gibi bilindik
sıfatlarla suçluyor, öfke hatta nefret kusuyordu!
Kıbrıslılar da boş durmuyordu pek tabii ki.. Türkiye’ye karşı ağza
alınmayacak küfür ve hakaretler, isyanlar peşi sıra sosyal medyada dolaşmaya
başlamıştı..
Ezan tartışmalarıyla başlayan, esasen çok önceleri besleme kriziyle
tetiklenen Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımı körüklenmiş, Türkiye’nin bu onur kırıcı
yayınlardan sonra Kıbrıslı Türkleri kaybetme riski Kıbrıslı Türklerin kabaran
öfkeleri karşısında daha fazla beliriyordu..
Empati lazım diye mırıldanıyordum kendi kendime ve yazıyordum sosyal medya
hesaplarımda..
Tam diğer tüm yazı konularını bir tarafa bırakıp bu krizi kaleme alarak
taraflara yeni bir sağduyu çağrısı yapmayı planlıyordum ki günümüzün internet
fenomenlerinden Ekşi Sözlük’te bir Türkiyeli’nin yazdıkları yüreğime su serpti…
Lafı uzattım biliyorum.. Daha fazla uzatmadan dilerseniz sözü bu Türkiyeli
dosta bırakalım..
İnanın ben daha iyi anlatamazdım…
İşte bir Türkiyeli’nin gözünden Kıbrıs ve Kıbrıslı Türkler…
Okuyun okutun!
Buyrun…
'1,5 sene iş için çok sık gidip, fazlaca
zaman geçirdim kıbrıs'da. haliyle çok çeşit arkadaşlarım oldu.
anası,babası,dedesi kıbrıslı olandan tut, türkiye'den seneler önce göç edip
oraya yerleşmiş olana, milletvekili olandan tut, devlet memuru olan bir çok
insan... ilk başlarda ön yargılı ve kızgındım "nasıl bizi sevmezsiniz lan
ibineler" diye.bir süre kimseye türkiye'yi neden sevmediğini sormadım.
tarafsız bakmak için kendim izlemeye başladım. önce gözlemlediklerimi
yazayım.
*ada içinde kolay kolay polis göremezsiniz. görseniz
bile yanına gidip kafanıza göre geyik yapabilirsiniz. yani korkulan bir figür
değildir orada polisler. bir olaya gitmedikleri sürece siren sesini kolay kolay
duymazsınız.
*bazen iş çıkışları 15-20 dakikalığına, kavşaklardan
dolayı trafik sıkışır. bir tane insan evladı basmaz o kornaya. ya da kuyruktan
çıkıp sıranın önüne dalmaya çalışmaz.
*kıraathane kültürleri yoktur. kahve yerine akşamları
arkadaşlarıyla buluşmayı, spor yapmayı veya dağa bayıra tırmanmayı
severler.
*en zenginiyle en fakirini aynı cafe içerisinde görebilirsin.
ve tanımıyorsan da ayırt edemezsin. mütevazi insanlardır çoğunluğu.
istanbul'dan ismi cismi olan çok lüks işletmeler gidip oraya mekanların
aynılarını açtılar ama hepsi iş yapamayıp kapandı. çünkü salaş ortamları
severler.
*yaya geçidine ayağını basar basmaz durur arabalar.
örneğin o gün çok dalgınsın ve yaya geçidine sağına soluna bakmadan atladın..
korkma 5 mt gerinde çoktan durmuştur arabalar. koşmana da gerek yok. sadece
yürü.. emin ol bekleyecekler ve beklerlerken " hadisene lan .........."
demeyeceklerdir. diyorum ya mümkün değil bu durumlarda korna sesi
duyamazsın.
*çoğunun eğitim düzeyi yükseklerdedir. tabi bunda
ingiltere'nin de payı vardır.
*bahçesi yola bakan mekanlar, akşam dükkanlarını
kapatıp giderler. almazlar yani içeri masalarını sandalyelerini. kimse çalmaz
mallarını.
*yemek yeme kültürleri muhteşemdir.rakı içerler ama
daha çok viskiyi severler. özellikle black label.
*biri kaza yapıp öldüğünde ortalığı ayağa kaldırırlar.
yani bizdeki gibi 100 kişi tek seferde ölse, ada'yı yıkarlar. ......... o
ada'nın.
*gazetelerini açtığında içini parçalayan haberler
göremezsin. 1-2 siyaset haberi dışında kalan haberlerin çoğu ahmet'in köpeği
kayboldu,mehmet'in arabasının rengi çok hoşmuş,kanserli hastalara yardım
konserine gelin tadındadır.
*mekanda bir milletvekili gördüğünde eğer
tanışıklığınız varsa kalkar masana kadar gelir. hürmet gösterir. sanki 40
yıllık dostunmuş gibi sohbet eder. göremezsin yani ben milletvekiliyim ......... tarzını.
kötü huyları yok mu? var tabi. ama inanın yazmaya
değmeyecek, dile getirilmeyecek azınlıkta.
bunları gözlemledikten sonra hikayesini okudum. ne
olmuştu 74'de,öncesi de var mıydı? diye.sonra sevdiğim bir abimin babasıyla
sohbet ettik konu üzerine.
evet ülke olarak 11 senenin sonunda ( 11 sene
uğraşmışlar türkiye gel bizi kurtar burada iyi değiliz diye ) kaddafi'nin
yardımlarının da etkisiyle abileri kurtarıyoruz. orada anlatılana göre türk
askeri bildiğin tüm ada'ya yürümüş. sıka sıka,ala ala gidiyormuş. sonra
yukarılardan bir yerlerden bir emir gelince durmuşlar ve şuan bildiğimiz
sınırlar çizilmiş. bu arada dede bunları anlatırken hala heyecanlı ve hala
türkiye cumhuriyeti için şükran ve minnet dolu. neyse sonra özal geliyor
ziyarete. ( onun anlatmasına göre ) karşılayanlardan biri de bu dedemiz. (
üstüne basa basa söylüyorum bu onun hikayesi. herhangi bir yorum katmıyorum)
özal gelince, halkın önde gelenleri soruyorlar tabi.. " şimdi ne
yapalım?sayenizde kurtulduk.şimdi ayağa kalkma zamanımız. biz tarıma,
hayvancılığa başlayalım diye düşünüyoruz. bize nasıl yardımcı
olabilirsiniz?" özal da demiş ki " ne gerek var canım.. biz size
bakarız. girin devlet kadrolarına.." ( bu kısmı kısa kesiyorum) ve bu
noktaya getirmek için de devlet memuruna zamanında ciddi maaşlar vermişler.
kiminiz " ee yapmasalarmış, kabul etmeselermiş" diyebilir. olabilir..
o kısımla ilgilenmiyorum. sonu olmayan bir tartışma çünkü.
neyse sonuç olarak günümüze kadar bağımlı bir şekilde
gelmişler. bu arada türkiye cumhuriyeti'de sürekli "size biz bakıyoruz aç
köpekler. istediklerimizi yapacaksınız." muamelesi yapmış adamlara süre gelen tüm hükümetler..
bugün bu adamlar.. tamam kardeşim 40 yıl evvel bizi
kurtardın. hala da yardımını eksik etmiyorsun eyvallah demekteler. ama gel buna
çözüm bulalım. tam bağımsız olalım. siz de bize bakmak zorunda kalmayın.
demekteler. ee senelerdir yatırım yapan Türkiye'nin de bu işine gelmemekte. ki
normaldir. burası da pek uzatılacak bir nokta değil. çünkü bu kavganın da
sonucu yok.
kısaca sevme veya sevilmeme önce böyle başlar.. sonra
da yukarıda yazdığım davranış şekillerine kadar gider.
sizce anlattığım gibi yaşayan bir millet, tam tersini
yapan bir milletten hoşlanır mı? ben hoşlanmıyorum lan. adam neden hoşlanıp
sevsin? sırf 74'de onları kurtardın diye mi?
arabada son ses müzik açıp kızlara laf atan, milleti
dolandırmaya çalışan, hırsızlık yapan, tecavüz eden, adam öldüren kişilerin
hepsi türkiye'den giden adamlar.. evlat olsan sevilir misin ..........?
edit: asıl konuyu atlamışım. su mevzusu... düşün şimdi
rusya geliyor sana ve diyor ki "hocam boruyu döşedik size ama yetmez
bundan sonra mockba holding işletecek gazınızı. ne istiyorlarsa
yapacaksınız" kabul eder misin? etsen de sinire kesmez misin? kessen de
....... demez misin? '