25 Kasım 2015 Çarşamba

Empati Seferberliği ve Türkiyeli’nin Gözünden Kıbrıslı Türk Kimdir! / Mustafa Abitoğlu


Gerek Dünya’da gerekse Kıbrıs’ta oldukça yoğun geçen bir hafta geride kaldı..

 

Teknolojinin gelişimi ve özellikle akıllı telefonların giderek daha fazla hayatımıza girmesi ve yaygınlaşmasıyla tanıştık Sosyal Medya denen artık fenomen haline gelmiş olguyla..

 

Artık elinde bir akıllı telefonu, yada tableti olan herkesin gazetecilik yaptığı, haber içeriği ürettiği, bu içerikleri yaydığı, haberin bizzat kaynağı olduğu, geleneksel bildiğimiz medyanın ve gazetecilik anlayışlarının giderek ortadan kalkmaya başladığı, alabildiğine  belirsizliklerin egemen olduğu bambaşka bir çağda yaşıyoruz…

 

Evet, artık geleneksel medya değil, geleneksel medyanın da içerisinde olduğu sosyal medya belirliyor gündemi..

 

Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın düzenlediği 'zaman yönetimi' kursuna katılmıştım bundan birkaç ay önce.. Oradaki eğitmenin eğitime başlarken sarfettiği ilk sözler beni çok etkilemişti..

 

Değişim kaçınılmaz diyordu uzman Ebru Tekman… 

 

Çağımızın en temel olgusu değişimi anlamak, algılamak, içselleştirmek zorundayız diye devam ediyordu..!

 

Uluslararası şirketlerde çalışmış, büyük bir deneyim sahibi uzmanımıza göre, teknoloji daha da gelişecek, bilginin hızı bırakınız azalmayı her geçen gün daha da artacağından buna hazırlıklı olmalıydık... 

 

Başarılı işletmeleri karakterize eden stratejik akıl ve yönetimin tezahürü orta ve uzun vadeli stratejik planlamanın artık geçerliliğini yitirdiğinin altını çizerek gerek işletmelerin gerekse bireylerin her an kendini değiştirmesi, yenilemesi, bildiği, geçerliliğini yitirmiş tüm bilgilerini unutup yeniden yeni şeyler öğrenmeye açık olmamaları halinde yeni çağa ayak uydurmalarının çok güç olacağını vurguluyordu ısrarla...

 

Diyeceğim o ki değerli dostlar, bilgi öylesine inanılmaz bir hızla akıyor ki yakalayabilene aşkolsun..!

 

Sosyal medya olgusuna derinlemesine bakacağız ilerideki yazılarımızda… 

 

Yazının başında belirttiğim gibi, baş döndürücü bir hızla geçen sıra dışı bir haftayı geride bıraktık.. Bilgisayarımın başına geçip gazetemiz için yazı hazırlamaya başladığımda konuların çokluğu karşısında irkildim önce..

 

Önce Fransa’nın kalbine yapılan İŞİD saldırılarıyla derinden sarsıldı dünya..

 

Saldırılar tüm dünyada, pek tabii sosyal medyada manşetlere konu olup an be an konuşulup tartışılırken dünyadaki tüm sosyal medya kullanıcıları tarafından, bu satırların yazarı da terörizm ve yeni dünya düzeni konulu bir yazıyı gazetemiz için kaleme almayı tasarlıyordu kafasında…

 

Bir yandan yoğun iş temposu bir yandan da sürekli sosyal medya takibi esnasında Kıbrıs’ta KKTC’nin kuruluşunu kınama etkinliği düzenleyen aşırı ırkçı ELAM üyelerinin Kıbrıslı Türklere saldırıları sosyal medya gündemine bomba gibi düşüyordu.. 

 

Şaşırmış, afallamış, kararsız kalmıştım..

 

Hang konuyu yazacaktım? Kafam karmakarışıktı… Ben bunları düşünürken insanlar inanılmaz bir hızla tartışıp yeni değerlendirişlmeye muhtaç olgular yaratıyordu..

 

Abandone olmuştum artık.. Yazıyı yazmalıydım nolursa olsun!

 

Tam yazıyı yazmaya karara vermemin memnuniyetini taşırken, Türkiye’nin suyun vanalarını kestiği haberi Diyalog gazetesi imzasıyla ‘zaman tünelime düşüverdi..!

 

Kalam allak bullak olmuştu! Bayram değil seyran değil bu haber nereden çıkmıştı…?

 

Haber inanılmaz bir hızla paylaşılıyor, henüz doğrulama yada yalanlama açıklaması yapılmadan Türkiye medyasına bomba gibi düşüyordu..!

 

Tahmin edeceğiniz üzere benim okuryazar (!) Türkiyeli insanım kısa sürede biz Kıbrıslı Türkleri  ‘nankör’ , ‘sütü bozuk’ ‘besleme’ gibi bilindik sıfatlarla suçluyor, öfke hatta nefret kusuyordu!

 

Kıbrıslılar da boş durmuyordu pek tabii ki.. Türkiye’ye karşı ağza alınmayacak küfür ve hakaretler, isyanlar peşi sıra sosyal medyada dolaşmaya başlamıştı..

 

Ezan tartışmalarıyla başlayan, esasen çok önceleri besleme kriziyle tetiklenen Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımı körüklenmiş, Türkiye’nin bu onur kırıcı yayınlardan sonra Kıbrıslı Türkleri kaybetme riski Kıbrıslı Türklerin kabaran öfkeleri karşısında daha fazla beliriyordu..

 

Empati lazım diye mırıldanıyordum kendi kendime ve yazıyordum sosyal medya hesaplarımda.. 

 

Tam diğer tüm yazı konularını bir tarafa bırakıp bu krizi kaleme alarak taraflara yeni bir sağduyu çağrısı yapmayı planlıyordum ki günümüzün internet fenomenlerinden Ekşi Sözlük’te bir Türkiyeli’nin yazdıkları yüreğime su serpti…

 

 

Lafı uzattım biliyorum.. Daha fazla uzatmadan dilerseniz sözü bu Türkiyeli dosta bırakalım..

 

İnanın ben daha iyi anlatamazdım…

 

İşte bir Türkiyeli’nin gözünden Kıbrıs ve Kıbrıslı Türkler…

 

Okuyun okutun!

 

Buyrun…

 

'1,5 sene iş için çok sık gidip, fazlaca zaman geçirdim kıbrıs'da. haliyle çok çeşit arkadaşlarım oldu. anası,babası,dedesi kıbrıslı olandan tut, türkiye'den seneler önce göç edip oraya yerleşmiş olana, milletvekili olandan tut, devlet memuru olan bir çok insan... ilk başlarda ön yargılı ve kızgındım "nasıl bizi sevmezsiniz lan ibineler" diye.bir süre kimseye türkiye'yi neden sevmediğini sormadım. tarafsız bakmak için kendim izlemeye başladım. önce gözlemlediklerimi yazayım. 

*ada içinde kolay kolay polis göremezsiniz. görseniz bile yanına gidip kafanıza göre geyik yapabilirsiniz. yani korkulan bir figür değildir orada polisler. bir olaya gitmedikleri sürece siren sesini kolay kolay duymazsınız. 

*bazen iş çıkışları 15-20 dakikalığına, kavşaklardan dolayı trafik sıkışır. bir tane insan evladı basmaz o kornaya. ya da kuyruktan çıkıp sıranın önüne dalmaya çalışmaz. 

*kıraathane kültürleri yoktur. kahve yerine akşamları arkadaşlarıyla buluşmayı, spor yapmayı veya dağa bayıra tırmanmayı severler. 

*en zenginiyle en fakirini aynı cafe içerisinde görebilirsin. ve tanımıyorsan da ayırt edemezsin. mütevazi insanlardır çoğunluğu. istanbul'dan ismi cismi olan çok lüks işletmeler gidip oraya mekanların aynılarını açtılar ama hepsi iş yapamayıp kapandı. çünkü salaş ortamları severler. 

*yaya geçidine ayağını basar basmaz durur arabalar. örneğin o gün çok dalgınsın ve yaya geçidine sağına soluna bakmadan atladın.. korkma 5 mt gerinde çoktan durmuştur arabalar. koşmana da gerek yok. sadece yürü.. emin ol bekleyecekler ve beklerlerken " hadisene lan .........." demeyeceklerdir. diyorum ya mümkün değil bu durumlarda korna sesi duyamazsın. 

*çoğunun eğitim düzeyi yükseklerdedir. tabi bunda ingiltere'nin de payı vardır. 

*bahçesi yola bakan mekanlar, akşam dükkanlarını kapatıp giderler. almazlar yani içeri masalarını sandalyelerini. kimse çalmaz mallarını.

*yemek yeme kültürleri muhteşemdir.rakı içerler ama daha çok viskiyi severler. özellikle black label. 

*biri kaza yapıp öldüğünde ortalığı ayağa kaldırırlar. yani bizdeki gibi 100 kişi tek seferde ölse, ada'yı yıkarlar. ......... o ada'nın. 

*gazetelerini açtığında içini parçalayan haberler göremezsin. 1-2 siyaset haberi dışında kalan haberlerin çoğu ahmet'in köpeği kayboldu,mehmet'in arabasının rengi çok hoşmuş,kanserli hastalara yardım konserine gelin tadındadır. 

*mekanda bir milletvekili gördüğünde eğer tanışıklığınız varsa kalkar masana kadar gelir. hürmet gösterir. sanki 40 yıllık dostunmuş gibi sohbet eder. göremezsin yani ben milletvekiliyim ......... tarzını. 

kötü huyları yok mu? var tabi. ama inanın yazmaya değmeyecek, dile getirilmeyecek azınlıkta. 



bunları gözlemledikten sonra hikayesini okudum. ne olmuştu 74'de,öncesi de var mıydı? diye.sonra sevdiğim bir abimin babasıyla sohbet ettik konu üzerine. 

evet ülke olarak 11 senenin sonunda ( 11 sene uğraşmışlar türkiye gel bizi kurtar burada iyi değiliz diye ) kaddafi'nin yardımlarının da etkisiyle abileri kurtarıyoruz. orada anlatılana göre türk askeri bildiğin tüm ada'ya yürümüş. sıka sıka,ala ala gidiyormuş. sonra yukarılardan bir yerlerden bir emir gelince durmuşlar ve şuan bildiğimiz sınırlar çizilmiş. bu arada dede bunları anlatırken hala heyecanlı ve hala türkiye cumhuriyeti için şükran ve minnet dolu. neyse sonra özal geliyor ziyarete. ( onun anlatmasına göre ) karşılayanlardan biri de bu dedemiz. ( üstüne basa basa söylüyorum bu onun hikayesi. herhangi bir yorum katmıyorum) özal gelince, halkın önde gelenleri soruyorlar tabi.. " şimdi ne yapalım?sayenizde kurtulduk.şimdi ayağa kalkma zamanımız. biz tarıma, hayvancılığa başlayalım diye düşünüyoruz. bize nasıl yardımcı olabilirsiniz?" özal da demiş ki " ne gerek var canım.. biz size bakarız. girin devlet kadrolarına.." ( bu kısmı kısa kesiyorum) ve bu noktaya getirmek için de devlet memuruna zamanında ciddi maaşlar vermişler. kiminiz " ee yapmasalarmış, kabul etmeselermiş" diyebilir. olabilir.. o kısımla ilgilenmiyorum. sonu olmayan bir tartışma çünkü. 

neyse sonuç olarak günümüze kadar bağımlı bir şekilde gelmişler. bu arada türkiye cumhuriyeti'de sürekli "size biz bakıyoruz aç köpekler. istediklerimizi yapacaksınız." muamelesi yapmış adamlara süre gelen tüm hükümetler.. 

bugün bu adamlar.. tamam kardeşim 40 yıl evvel bizi kurtardın. hala da yardımını eksik etmiyorsun eyvallah demekteler. ama gel buna çözüm bulalım. tam bağımsız olalım. siz de bize bakmak zorunda kalmayın. demekteler. ee senelerdir yatırım yapan Türkiye'nin de bu işine gelmemekte. ki normaldir. burası da pek uzatılacak bir nokta değil. çünkü bu kavganın da sonucu yok. 

kısaca sevme veya sevilmeme önce böyle başlar.. sonra da yukarıda yazdığım davranış şekillerine kadar gider. 

sizce anlattığım gibi yaşayan bir millet, tam tersini yapan bir milletten hoşlanır mı? ben hoşlanmıyorum lan. adam neden hoşlanıp sevsin? sırf 74'de onları kurtardın diye mi?

arabada son ses müzik açıp kızlara laf atan, milleti dolandırmaya çalışan, hırsızlık yapan, tecavüz eden, adam öldüren kişilerin hepsi türkiye'den giden adamlar.. evlat olsan sevilir misin ..........?



edit: asıl konuyu atlamışım. su mevzusu... düşün şimdi rusya geliyor sana ve diyor ki "hocam boruyu döşedik size ama yetmez bundan sonra mockba holding işletecek gazınızı. ne istiyorlarsa yapacaksınız" kabul eder misin? etsen de sinire kesmez misin? kessen de ....... demez misin? '



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder