25 Kasım 2015 Çarşamba

MEŞİN YUVARLAK / Dilruba Osmanağaoğlu

Futbol dünyası ile çok erken yaşta tanıştım. Rahmetli babacığım, memleketimin güzide futbol kulübü olan Hopaspor'un defaten yöneticiliğini yapmış biri idi ve takım ile deplasman maçlarına da giderek futbolcularla hep yakından ilgilenirdi. Dolayısıyla baba aşığı bir kız çocuğu olarak her yerde olduğu gibi maçlarda da peşindeydim.

 

O zamanlar futbolun prensipleri ile ilgilenmezdim elbette. Tek gördüğüm stadyumdaki o coşku ve heyecan peşinde sürüklenen insan topluluğuydu. Zaman içerisinde antrenmanlara gidip geldikçe, topa ayağımı vurdukça, futbolcu abilerim ile haşır neşir oldukça futbola olan ilgim yerini futbol sevgisine bıraktı. Artık maç izlemenin yanısıra mahalle maçlarına bile girip oynar olmuştum. Komşu ilçelerin ve illerin maçlarına giden, 3 büyükler (BJK, FB, GS) tanımlamasını bozan ilk Anadolu takımı Trabzonspor'u sahasında seyretmeyi tercih eden bir ortaokul öğrencisiydim artık.

 

Bordo - Mavi'li Trabzonspor'u sahasında seyretmeme ve bir Karadeniz kızı olmama rağmen sevdamın renkleri farklı oldu o dönemlerde.

 

İlkokul sıralarında tanıştığım futbola, bir meşin yuvarlak peşinde koşan 20 kişi ve kale ağlarına o yuvarlağı sokmamak için 90 dakika ayakta dikilen 2 kişinin birlikte oynadığı bir oyun olarak bakmadım hiç. Nedendir bilmem, nasıl oldu hatırlamam ama çocukluğumdan beri içinde olduğum futbol ve ona olan ilgim, tükenmeyen bir GALATASARAY sevdasına döndü. Maçları, Galatasaray Lisesi mezunu abisi ve onun arkadaş grubu ile Ali Sami Yen Stadyumu'nda numaralı tribünde seyreden bir genç kız olmuştum artık. Sarı - Kırmızı renklere bürünmüş halde stadyumda maç izlemek, bütün taraftarlar ile birlikte aynı tezahüratı etmek, maç sonlarında skor ne olursa olsun hala bağıra çağıra gönül verdiğim Galatasaray'a destek olmak hafta sonlarımın vazgeçilmezi olmuştu.

 

9 Kasım 1988'deki unutulmaz NeutchatêlXamax maçı ve sonrasındaki yaşanan heyecanlı bekleyiş, 15 Mart 1989'da Prekazi'nin Monaco'ya attığı o muhteşem 35 metre golü, 2000 yılındaki UEFA Kupası ve hemen ardından UEFA Super Kupası, nice şampiyonluklar, Türkiye Kupaları, 4.yıldız, tarihe geçen transferler, yaşanan heyecan, coşku ve gururlu anlar...

 

Ali Sami Yen ile başlayıp, Metin Oktay gibi yüreğini sahaya koyan bir adam ile devam eden, Turgay Şeren, Coşkun Özarı, BorisNikolof (ilk teknik direktör), Emin Bülent Serdaroğlu (ilk Türk teknik direktör), Horace Armitage (şampiyon yapan ilk teknik direktör), JuppDerwall, Karl-HeinzFeldkamp, GraemeSouness (sahanın ortasına GS bayrağı diken teknik direktör), Michael Skibbe, Frank Rijkaard, Mircea Lucescu (UEFA Super Kupası alan teknik direktör), Fatih Terim (futbolculuğuna ek olarak, üst üste 4 kere şampiyon yapan, UEFA Kupası alan ve 6 kere Süper Lig şampiyonu yapan teknik direktör), AbelLuis da SilvaCostaXavier, AdrianIlie, Carlos AlbertoOliveiraCapon, Dean Saunders, FalcoGötz, Frank de Boer, Roman Kosecki, Tarık Hocic, MarioJardel, Yusuf Altıntaş (Rambo), FarydMondragon, Gheorghe Popescu, CevadPrekazi, ReinhardStumpf, FranckRibery, RigobertSong, CláudioTaffarel, TobiasLinderoth, Van Gobbel, Tanju Çolak, Lincoln, Milan Baros, Kubilay Türkyılmaz, Uğur Tütüneker, Arif Erdem, ZoranSimoviç, Hasan Şaş, Ergün Penbe, Ümit Davala, Ümit Karan, Suat Kaya, Bülent Korkmaz, GheorgheHagi, Hakan Şükür, Cassio Lincoln, Harry Kewell, FelipeMelo, FernandoMuslera, Arda Turan, Burak Yılmaz, DidierDrogba, WesleySneijder, LukasPodolski ve hafızamda yer eden GS forması giymiş nice adam...

 

Ve elbette stadyumda hep bir ağızdan takımına destek veren, Galatasaray'a gönül vermiş, ömür adamış nice Aslan Parçası...

 

41 kere Maşallah'lık olan yaşıma rağmen hala Galatasaray sevdam ve taraftarlığım devam ediyor. Artık Türk Telekom Arena Ali Sami Yen Spor Kompleksi'nde seyrediyorum Galatasaray'ımı. Hala hafta sonları en az 3 futbol maçı izliyorum. Hangi ligde olduğuna bakmaksızın hem de. Tribünden gelen arkadaşlıklarımla hayatı paylaşmaya hala devam ediyorum. El Clasico'da Real Madrid'i değil, Barça'yı destekliyorum. Futbolu karalayan, centilmenlik dışı hareketleri desteklemiyorum. Siyasetin ve rant kavgalarının futbola ve sporun hiç bir dalına puan kaybettirmesini istemiyorum. Hayatın her alanında olduğu gibi futbolda da şiddete karşıyım. Galatasaray'ımdaki kötü yönetim ve futbolcuların gidişatındaki bozukluklara üzülüyorum. Yine de her durumda, her sonuçta, her zaman ve her şeye rağmen "İyi ki GALATASARAY'lıyım" diyorum...

 

Bu kadar lafın üzerine merak edenleriniz varsa şayet; evet, ofsayt nedir bilen hatunlardanım...

 

Şöyle ki; bir futbolcu, karşı takımın kale çizgisine toptan ve sondan ikinci rakip futbolcudan daha yakın olduğu durumlarda ofsayta (off-side) düşmüş olur.

 

Hücum yapan takımın bir oyuncusu ofsayttaysa ve tabi hakemler tarafından fark edilmiş ve düdük çalınmış ise karşı takıma endirekt serbest vuruş verilir ve vuruş ofsaytın olduğu noktadan kullanılır.

 

Aaa... Endirekt serbest vuruş nedir diye de sormayın lütfen, onu da bir zahmet kendimiz öğrenelim her şeyi bilen Google'dan.

 

Selam, sevgi ve saygılarımla,

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder