Futbol dünyası ile çok erken yaşta
tanıştım. Rahmetli babacığım, memleketimin güzide futbol kulübü olan
Hopaspor'un defaten yöneticiliğini yapmış biri idi ve takım ile deplasman
maçlarına da giderek futbolcularla hep yakından ilgilenirdi. Dolayısıyla baba
aşığı bir kız çocuğu olarak her yerde olduğu gibi maçlarda da peşindeydim.
O zamanlar futbolun prensipleri ile
ilgilenmezdim elbette. Tek gördüğüm stadyumdaki o coşku ve heyecan peşinde
sürüklenen insan topluluğuydu. Zaman içerisinde antrenmanlara gidip geldikçe,
topa ayağımı vurdukça, futbolcu abilerim ile haşır neşir oldukça futbola olan
ilgim yerini futbol sevgisine bıraktı. Artık maç izlemenin yanısıra
mahalle maçlarına bile girip oynar olmuştum. Komşu ilçelerin ve illerin
maçlarına giden, 3 büyükler (BJK, FB, GS) tanımlamasını bozan ilk Anadolu
takımı Trabzonspor'u sahasında seyretmeyi tercih eden bir ortaokul öğrencisiydim
artık.
Bordo - Mavi'li Trabzonspor'u
sahasında seyretmeme ve bir Karadeniz kızı olmama rağmen sevdamın renkleri
farklı oldu o dönemlerde.
İlkokul sıralarında tanıştığım
futbola, bir meşin yuvarlak peşinde koşan 20 kişi ve kale ağlarına o yuvarlağı
sokmamak için 90 dakika ayakta dikilen 2 kişinin birlikte oynadığı bir oyun
olarak bakmadım hiç. Nedendir bilmem, nasıl oldu hatırlamam ama çocukluğumdan
beri içinde olduğum futbol ve ona olan ilgim, tükenmeyen bir GALATASARAY
sevdasına döndü. Maçları, Galatasaray Lisesi mezunu abisi ve onun arkadaş grubu
ile Ali Sami Yen Stadyumu'nda numaralı tribünde seyreden bir genç kız olmuştum
artık. Sarı - Kırmızı renklere bürünmüş halde stadyumda maç izlemek, bütün
taraftarlar ile birlikte aynı tezahüratı etmek, maç sonlarında skor ne olursa
olsun hala bağıra çağıra gönül verdiğim Galatasaray'a destek olmak hafta
sonlarımın vazgeçilmezi olmuştu.
9 Kasım 1988'deki unutulmaz
NeutchatêlXamax maçı ve sonrasındaki yaşanan heyecanlı bekleyiş, 15 Mart
1989'da Prekazi'nin Monaco'ya attığı o muhteşem 35 metre golü, 2000 yılındaki
UEFA Kupası ve hemen ardından UEFA Super Kupası, nice şampiyonluklar, Türkiye
Kupaları, 4.yıldız, tarihe geçen transferler, yaşanan heyecan, coşku ve gururlu
anlar...
Ali Sami Yen ile başlayıp, Metin
Oktay gibi yüreğini sahaya koyan bir adam ile devam eden, Turgay Şeren, Coşkun
Özarı, BorisNikolof (ilk teknik direktör), Emin Bülent Serdaroğlu (ilk Türk
teknik direktör), Horace Armitage (şampiyon yapan ilk teknik direktör),
JuppDerwall, Karl-HeinzFeldkamp, GraemeSouness (sahanın ortasına GS bayrağı
diken teknik direktör), Michael Skibbe, Frank Rijkaard, Mircea Lucescu (UEFA
Super Kupası alan teknik direktör), Fatih Terim (futbolculuğuna ek olarak, üst
üste 4 kere şampiyon yapan, UEFA Kupası alan ve 6 kere Süper Lig şampiyonu
yapan teknik direktör), AbelLuis da SilvaCostaXavier, AdrianIlie, Carlos
AlbertoOliveiraCapon, Dean Saunders, FalcoGötz, Frank de Boer, Roman Kosecki,
Tarık Hocic, MarioJardel, Yusuf Altıntaş (Rambo), FarydMondragon, Gheorghe Popescu,
CevadPrekazi, ReinhardStumpf, FranckRibery, RigobertSong, CláudioTaffarel,
TobiasLinderoth, Van Gobbel, Tanju Çolak, Lincoln, Milan Baros, Kubilay
Türkyılmaz, Uğur Tütüneker, Arif Erdem, ZoranSimoviç, Hasan Şaş, Ergün Penbe,
Ümit Davala, Ümit Karan, Suat Kaya, Bülent Korkmaz, GheorgheHagi, Hakan Şükür,
Cassio Lincoln, Harry Kewell, FelipeMelo, FernandoMuslera, Arda Turan, Burak
Yılmaz, DidierDrogba, WesleySneijder, LukasPodolski ve hafızamda yer eden GS
forması giymiş nice adam...
Ve elbette stadyumda hep bir
ağızdan takımına destek veren, Galatasaray'a gönül vermiş, ömür adamış nice
Aslan Parçası...
41 kere Maşallah'lık olan yaşıma
rağmen hala Galatasaray sevdam ve taraftarlığım devam ediyor. Artık Türk
Telekom Arena Ali Sami Yen Spor Kompleksi'nde seyrediyorum Galatasaray'ımı.
Hala hafta sonları en az 3 futbol maçı izliyorum. Hangi ligde olduğuna
bakmaksızın hem de. Tribünden gelen arkadaşlıklarımla hayatı paylaşmaya hala
devam ediyorum. El Clasico'da Real Madrid'i değil, Barça'yı destekliyorum.
Futbolu karalayan, centilmenlik dışı hareketleri desteklemiyorum. Siyasetin ve
rant kavgalarının futbola ve sporun hiç bir dalına puan kaybettirmesini
istemiyorum. Hayatın her alanında olduğu gibi futbolda da şiddete karşıyım.
Galatasaray'ımdaki kötü yönetim ve futbolcuların gidişatındaki bozukluklara
üzülüyorum. Yine de her durumda, her sonuçta, her zaman ve her şeye rağmen "İyi
ki GALATASARAY'lıyım" diyorum...
Bu kadar lafın üzerine merak
edenleriniz varsa şayet; evet, ofsayt nedir bilen hatunlardanım...
Şöyle ki; bir futbolcu, karşı
takımın kale çizgisine toptan ve sondan ikinci rakip futbolcudan daha yakın
olduğu durumlarda ofsayta (off-side) düşmüş olur.
Hücum yapan takımın bir oyuncusu
ofsayttaysa ve tabi hakemler tarafından fark edilmiş ve düdük çalınmış ise
karşı takıma endirekt serbest vuruş verilir ve vuruş ofsaytın olduğu
noktadan kullanılır.
Aaa... Endirekt serbest vuruş nedir
diye de sormayın lütfen, onu da bir zahmet kendimiz öğrenelim her şeyi bilen
Google'dan.
Selam, sevgi ve saygılarımla,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder